Her şey çok güzel başlamıştı. Su kadar berrak kalkmıştım yataktan o sabah. Bahçelerden bahar, balkonlardan hayat akıyordu. Naftalin kokan tişörtler, şortlar, askılı elbiseler çoktan çıkmıştı yatak bazalarından. Sarmaşık güllerin gölgesinde cigaramı zevkle ciğerlerime çektim. Demini almış mis gibi ot kokulu çayım. Bir kere değil, tam üç kere . Biri sarı gül şerefine , diğeri pembe güle, sonuncusunu da, bu kadar tatlı bir insan olduğum için, kendime!
Çay faslı zevk-i sefa ruh haliyle sürerken, G aradı. Koltuk kumaşı almaya gider miymişiz birlikte? İspirto moru kumaşta oturmayı çekiyormuş canı! Üzmem seni, gelirim. İnşallah temennileriyle keyfi evde bıraktık. Vardık kumaşçıya. Aa bulmayalım mı? Bulduk! Fabrikaya sipariş versek, gönüllerdeki mor rengi çıkartamazdı. Olur da, bu kadar olur! Ohh, fiyatı da iyi! Hayalindeki tasarımı çarşıda-pazarda arayıp arayıp bulamayanlar anlar ancak aradığını bulmanın dayanılmaz mutluluğunu.
Sonra iki kadının yola çıkınca, dünya yansa yine de yapacağı şeyi yaptık. Pazara gittik. Neden sosyete pazarı diyorlar anlamıyorum, bi türlü kendimi sosyete hissedemiyorum. Günümüz kadını pazardan ucuza denklediği giysinin pazar malı olduğuna inanmasın ister tüm insanlık! O gururla pazardan aldığını söyleyecek, sen, hayatta inanmamm!! diyeceksin ki racon yerine otursun. Bizde mıncıkladık tezgahları. Ancak sosyete dişisinden ziyade, kutup ayısı dişisi gibi davranıyorduk. İtiş kakış. İzdiham. Kavga. Mazo eğilimler had safhada. Verir misin kardeşim, önce benim elimdeydi. Bırak! Ver! Neyse, bütün tezgahlarda 5 liraya satılan tişörtü 10 liraya aldığımızı fark ettiğimizde güldük tabii. Ama bak marka etiketini kesmişler! Marka bizimkiler! 5 liralıklar taklitti! Karlıyız, dedik. Başımıza gelecek var! Çok güldük bak ! Pazar pazar olalı böyle iki salak müşteri görmemiştir.
G'ye telefon geldi. Hadi çayı koydum, gözlemeler, börekler-çörekler yaptım, hemen gelin! Bekliyorum. Gidelim mi? Gidelim! E zaten ' kot' gezdiriyoruz sabah beri. Hadi paketleri eve bırakalım. F'yi bekletmeyelim. Öyle de yaptık. Güle zıplaya çay davetine icabet edeceğiz.
Daha mahalleden çıkmamıştık ki, bir feryat koptu. Nereden kimden geliyor diye bakındık. Sesin geldiği yöne doğru hızlandık. Sonra komşu T'yi gördük. Tabureye oturmuş, dövünüyor. Etrafında gözleri kızarık insanlar. Yanına vardık. Kollarını kavradım. T Hanım, n'oldu allahını seversen? Neden ağlıyorsun. Polis arabasını da fark etmiştim. Kadını sarsarak, ne olduğunu öğrenmeye çalışıyordum. Evine hırsız girdiğini düşünüyordum. Sonra T başını yerden kaldırdı, sustu ve gözlerime bakarak, oğlum öldü! Oğlum öldü! Oğluummm! diyerek çığlıklandı. Öyle bir haykırıştı ki , olmayan öd kesem patladı . Öyle bir haykırıştı ki, kulaklarım tıkandı. Öyle bir haykırıştı ki, utanç duydum. Dondum. Ne diyeceğimi bilemedim. Ne denir? Acısından kıvranan bir anneye ne denir? O artık yarı ölü bir insan. Hele bir de çocuğu, kendini tavan arasında asmışsa. Cesaret edemedik acısını teselli etmeye.
Tabii T'den sonra bizde iptal olduk. Ruhumuz yani. F'ye gittik gitmesine de, nereye gittiğimizi bilmeden. G' ile konuşamadık bile. İyi ki de F'ye gittik. Yolda yaşadıklarımızı tekrar tekrar anlatmamızı dinledi sabırla. Çaylar, şerbetler ikram etti ısrarla. Darılırım bak yemezseniz! Zamanın en iyi ilaç olduğunu söylerler ya, yok be.! En iyi ilaç gülen bir yüz.
Kendine benden önce gelen G, hadi akşam es es'in maçına gidelim dedi. İki höykürür deşarj oluruz. Çok mantıklı! Kalabalığın içinde sesim kaybolsun istiyorum. Zafer duygusu bana iyi gelsin istiyorum. Şahit olduğum acı yok olsun istiyorum. Giydik es es formalarımızı. Yola revan olduk. Bağırdık, çığırdık, hopladık, zıpladık...Kalabalık iyi geldi ama..
Sen, es es yenilmesin mi? Yenildi. Hay bin kunduz. İlk kez bir maç izledim ve tuttuğum takım yenildi. Daha ne isterim ki bu hayattan? G'nin eşi olan saygıdeğer hocam A ( O bir es es hastası ) ve benim ufaklık B (Onu da es es hastası yapmaya uğraşıyorlar) ile dönüş yolunda, omuzlarımız düşük otobüs durağına yürüdük. Onca kalabalık nereye gitti? Bekle babam bekle otobüs yok! Gecenin ayazı. Kıçımız dondu, dişlerimiz takırdadı. Keşke arabayı alaydık. Nice sonra bizim semte uğrayan bi otobüs geldi. İndiğimizde, hepimizin tek derdi, eve varıp sıcakla kucaklaşmak. Hızlıca caddeyi geçtik. Köprüyü de geçtik mi, eve 15-20 adım hepsi bu. Kentte numaralandırılmış Porsuk Köprülerinden biri. Kırmızı olan. Mehtabı seyretmek, çimenlere yayılıp suyu dinlemek isteyenlerin vazgeçilmezi. Bazen benim de. Ama şimdi değil. Eve gitmeli. Soyunup dökülmeli. Parmaklıkların önüne bırakılmış bisiklet ilgimizi çekti. Gariplik yalnızca sahipsiz bir bisiklet olsa yine iyi. Bir anorak yelek ve teki kaldırıma saplanmış bir çift keten ayakkabı. Adam ya intihar etmiş olmalı. Yada birileri tarafından Porsuk' a atılmış...Suya baktık, zifir gibi kıpırtısız. Olay yeni değil! Köprünün aşağıda kalan merdivenlerinde..kimse yok! Sen olsan n'aparsan, ben de onu yaptım. Hemen polisi aradım. Tabii hanımefendi hemen geliyoruz demişti ki polis, adamın biri geldi bisikletimi alayım dedi. A sizin miydi? Bizde polis çağırdık. Peki yelekle ayakkabı? Yok onlar benim değil. Hah iyi o zaman, hala bir cinayet ya da intihar vak'ası var demektir. Derken hızla bir araba yanaştı ve içinden inen genç adam, yeleğimi alayım, dedi. Hocam A, ne işi var senin yeleğinin burada sorusunu ısrarla sorsa da, biraz önce kamyonetten uçtuğuna bizi ikna etti.Yelek de gitti. Bizi getiren otobüsün son seferinden inen bir güruh geldi geçti yanımızdan. Onlar geçtikten sonrada ayakkabının teki yok oldu. Biz tek ayakkabıyla kalakaldık. Tüm deliller kuş olup uçtu sanki. Kafalar gündüz saatlerinden beri 'gidik' olduğundan gördüğümüz hiçbir şeyi hayra yoracak durumda değildik sanırım. Polis anlayış ve sabırla bizi teselli etti. Sizin burla mobese kayna duru, dedi. Biz bakar gerekeni yaparız. Hadi evinize. Her gördüğün sakallıyı deden sanmaya getirdi.
Yalnız ilginç olan neydi biliyo musun? Polis yeleği alan arabanın plakasını sorduğunda hepimizin bülbül kesilmesi! Birileri yakalansın mı istedik, nedir? Zira otoparka arabayı bıraktığımda elinde fiş koçanıyla gelen kahyaya kendi plakamı bile hatırlayıp söyleyemem. Amann bakıver işte şuradaki!
Uzun bir gündü.
Ve ana fikrini pazarda belirlemiştik çoktan...Müsebbibi bu cümleydi işte!
Çok güldük, kesin bir şey olacak!!
sevgiyle....
Çay faslı zevk-i sefa ruh haliyle sürerken, G aradı. Koltuk kumaşı almaya gider miymişiz birlikte? İspirto moru kumaşta oturmayı çekiyormuş canı! Üzmem seni, gelirim. İnşallah temennileriyle keyfi evde bıraktık. Vardık kumaşçıya. Aa bulmayalım mı? Bulduk! Fabrikaya sipariş versek, gönüllerdeki mor rengi çıkartamazdı. Olur da, bu kadar olur! Ohh, fiyatı da iyi! Hayalindeki tasarımı çarşıda-pazarda arayıp arayıp bulamayanlar anlar ancak aradığını bulmanın dayanılmaz mutluluğunu.
Sonra iki kadının yola çıkınca, dünya yansa yine de yapacağı şeyi yaptık. Pazara gittik. Neden sosyete pazarı diyorlar anlamıyorum, bi türlü kendimi sosyete hissedemiyorum. Günümüz kadını pazardan ucuza denklediği giysinin pazar malı olduğuna inanmasın ister tüm insanlık! O gururla pazardan aldığını söyleyecek, sen, hayatta inanmamm!! diyeceksin ki racon yerine otursun. Bizde mıncıkladık tezgahları. Ancak sosyete dişisinden ziyade, kutup ayısı dişisi gibi davranıyorduk. İtiş kakış. İzdiham. Kavga. Mazo eğilimler had safhada. Verir misin kardeşim, önce benim elimdeydi. Bırak! Ver! Neyse, bütün tezgahlarda 5 liraya satılan tişörtü 10 liraya aldığımızı fark ettiğimizde güldük tabii. Ama bak marka etiketini kesmişler! Marka bizimkiler! 5 liralıklar taklitti! Karlıyız, dedik. Başımıza gelecek var! Çok güldük bak ! Pazar pazar olalı böyle iki salak müşteri görmemiştir.
G'ye telefon geldi. Hadi çayı koydum, gözlemeler, börekler-çörekler yaptım, hemen gelin! Bekliyorum. Gidelim mi? Gidelim! E zaten ' kot' gezdiriyoruz sabah beri. Hadi paketleri eve bırakalım. F'yi bekletmeyelim. Öyle de yaptık. Güle zıplaya çay davetine icabet edeceğiz.
Daha mahalleden çıkmamıştık ki, bir feryat koptu. Nereden kimden geliyor diye bakındık. Sesin geldiği yöne doğru hızlandık. Sonra komşu T'yi gördük. Tabureye oturmuş, dövünüyor. Etrafında gözleri kızarık insanlar. Yanına vardık. Kollarını kavradım. T Hanım, n'oldu allahını seversen? Neden ağlıyorsun. Polis arabasını da fark etmiştim. Kadını sarsarak, ne olduğunu öğrenmeye çalışıyordum. Evine hırsız girdiğini düşünüyordum. Sonra T başını yerden kaldırdı, sustu ve gözlerime bakarak, oğlum öldü! Oğlum öldü! Oğluummm! diyerek çığlıklandı. Öyle bir haykırıştı ki , olmayan öd kesem patladı . Öyle bir haykırıştı ki, kulaklarım tıkandı. Öyle bir haykırıştı ki, utanç duydum. Dondum. Ne diyeceğimi bilemedim. Ne denir? Acısından kıvranan bir anneye ne denir? O artık yarı ölü bir insan. Hele bir de çocuğu, kendini tavan arasında asmışsa. Cesaret edemedik acısını teselli etmeye.
Tabii T'den sonra bizde iptal olduk. Ruhumuz yani. F'ye gittik gitmesine de, nereye gittiğimizi bilmeden. G' ile konuşamadık bile. İyi ki de F'ye gittik. Yolda yaşadıklarımızı tekrar tekrar anlatmamızı dinledi sabırla. Çaylar, şerbetler ikram etti ısrarla. Darılırım bak yemezseniz! Zamanın en iyi ilaç olduğunu söylerler ya, yok be.! En iyi ilaç gülen bir yüz.
Kendine benden önce gelen G, hadi akşam es es'in maçına gidelim dedi. İki höykürür deşarj oluruz. Çok mantıklı! Kalabalığın içinde sesim kaybolsun istiyorum. Zafer duygusu bana iyi gelsin istiyorum. Şahit olduğum acı yok olsun istiyorum. Giydik es es formalarımızı. Yola revan olduk. Bağırdık, çığırdık, hopladık, zıpladık...Kalabalık iyi geldi ama..
Sen, es es yenilmesin mi? Yenildi. Hay bin kunduz. İlk kez bir maç izledim ve tuttuğum takım yenildi. Daha ne isterim ki bu hayattan? G'nin eşi olan saygıdeğer hocam A ( O bir es es hastası ) ve benim ufaklık B (Onu da es es hastası yapmaya uğraşıyorlar) ile dönüş yolunda, omuzlarımız düşük otobüs durağına yürüdük. Onca kalabalık nereye gitti? Bekle babam bekle otobüs yok! Gecenin ayazı. Kıçımız dondu, dişlerimiz takırdadı. Keşke arabayı alaydık. Nice sonra bizim semte uğrayan bi otobüs geldi. İndiğimizde, hepimizin tek derdi, eve varıp sıcakla kucaklaşmak. Hızlıca caddeyi geçtik. Köprüyü de geçtik mi, eve 15-20 adım hepsi bu. Kentte numaralandırılmış Porsuk Köprülerinden biri. Kırmızı olan. Mehtabı seyretmek, çimenlere yayılıp suyu dinlemek isteyenlerin vazgeçilmezi. Bazen benim de. Ama şimdi değil. Eve gitmeli. Soyunup dökülmeli. Parmaklıkların önüne bırakılmış bisiklet ilgimizi çekti. Gariplik yalnızca sahipsiz bir bisiklet olsa yine iyi. Bir anorak yelek ve teki kaldırıma saplanmış bir çift keten ayakkabı. Adam ya intihar etmiş olmalı. Yada birileri tarafından Porsuk' a atılmış...Suya baktık, zifir gibi kıpırtısız. Olay yeni değil! Köprünün aşağıda kalan merdivenlerinde..kimse yok! Sen olsan n'aparsan, ben de onu yaptım. Hemen polisi aradım. Tabii hanımefendi hemen geliyoruz demişti ki polis, adamın biri geldi bisikletimi alayım dedi. A sizin miydi? Bizde polis çağırdık. Peki yelekle ayakkabı? Yok onlar benim değil. Hah iyi o zaman, hala bir cinayet ya da intihar vak'ası var demektir. Derken hızla bir araba yanaştı ve içinden inen genç adam, yeleğimi alayım, dedi. Hocam A, ne işi var senin yeleğinin burada sorusunu ısrarla sorsa da, biraz önce kamyonetten uçtuğuna bizi ikna etti.Yelek de gitti. Bizi getiren otobüsün son seferinden inen bir güruh geldi geçti yanımızdan. Onlar geçtikten sonrada ayakkabının teki yok oldu. Biz tek ayakkabıyla kalakaldık. Tüm deliller kuş olup uçtu sanki. Kafalar gündüz saatlerinden beri 'gidik' olduğundan gördüğümüz hiçbir şeyi hayra yoracak durumda değildik sanırım. Polis anlayış ve sabırla bizi teselli etti. Sizin burla mobese kayna duru, dedi. Biz bakar gerekeni yaparız. Hadi evinize. Her gördüğün sakallıyı deden sanmaya getirdi.
Yalnız ilginç olan neydi biliyo musun? Polis yeleği alan arabanın plakasını sorduğunda hepimizin bülbül kesilmesi! Birileri yakalansın mı istedik, nedir? Zira otoparka arabayı bıraktığımda elinde fiş koçanıyla gelen kahyaya kendi plakamı bile hatırlayıp söyleyemem. Amann bakıver işte şuradaki!
Uzun bir gündü.
Ve ana fikrini pazarda belirlemiştik çoktan...Müsebbibi bu cümleydi işte!
Çok güldük, kesin bir şey olacak!!
sevgiyle....