Hakkımda

Fotoğrafım
hiçbir zaman eşkenar üçgenin dik açılarının toplamı ilgimi çekmedi.İlgimi çeken tek şey aramızda sinsice yaşayan pezevenklerdi....

22 Aralık 2011 Perşembe

Empati

     Çağın insana tebelleş ettiği bir kavram yada duyumsama olan 'empati' sözcüğüne takıldım bu aralar.Kendini O'nun yerine koy!O'nu içselleştir!O'nun penceresinden bak! O'nunla duygudaş ol ! Neden?Her türlü hıyarlık serbest,takıl kafana göre!Sıkışırsak 'empati' deneriz !Baktık olmadı,telepatik yöntemle 'empati' kleriz birbirimizi.Yaklaşmadan,yakınlaşmadan!
    Duygularımız ,iletişim özgürlüğümüz dahası  benliğimiz  manipüle edilmiyor mu sence?Zira bana dayatılan 'empati'yi ancak okuduğum kitapların kahramanlarıyla kurabilirim.O'nu anlayabilirim,kendimi O'nun yerine de koyabilirim.Hatta O, bile olabilirim .Ancak fiziki hayatta  işler böyle mi yürür ?Yürümez  netekim!Hayatımda öyle biri var ki,onunla empati kursam, zinhar beyin faaliyetlerimi durdurmam gerekir.Sen ne diyorsun,gidip baktığı pencereden  ittiresim var her daim.Düşün!
    Empati bana emperyalizmi çağrıştırdığı için mi bünyem almıyor bilemeyeceğim de,çevremde empati konusunda doğuştan mayalılar var,hayranım içlerindeki insan sevgisine.Ama içlerine böylesi insan sevgisi veren yüce rabbim,onlardan hayvan,doğa,bilgi,kitap sevgisini nasıl da esirgemiş...Bunların yüzünde içine  mutluluk çubuğu kaçmış gibi bir gülümseme vardır.Görünce şaşırmayın!Empati sempatizanıdır onlar.
    Kendine doğru edindiği ilkeleri haykırırken sesimi bile duymaya katlanamayan ve o ilkeleri yaşamın merkezi algılayan kişilerle empatinin allahını kurarım da, ne gereği var diyorsan, çok haklısın!Ne gereği var!Öyle kavramlar, öyle duyumsayışlar arıyorum ki,çaydanlık süzgeci gibi; yararını asla tartışmayacağım,kolayca bulabileceğim,ucuza mal edeceğim türden olmalı! Kendi dünyamda uydurduğum duyumsamalar var tabii.En birincisi 'beklememek'.Sihirli bir sözcük.Kimseden  bir şey beklememekle başlıyorum işe.Ne iyilik!Ne beni sevmesi!Ne benim için uğraşması!Ne de ona verdiklerimi geri vermesi!
     Tezgahta domates alan yaşlı kadına,'abla,önden mi arkadan mı koyayım?'diyen pazarcının her tarafı empati olsa kaç yazar?Ya da otoparktan çıkışımı gözetleyip bi koşu araba park eden komşuyla kurulan empati riyakarlığın küp karesi,sonsuzu değil midir?Ağzındaki sakızı ftportt diye tükürüp yere atan cibilliyetsizle  empatik platformdaki ilişkimizi nasıl değerlendireyim?Sosyo-ekonomik açıdan mı?Sosyo-kültürel açıdan mı?Acaba siz bir sosyopat mısınız,psikopat mısınız ?Ee madem öyle,tükürmekte çok haklısınız...Buyrun tükürün.Sümkürün,sıçın bile...Düzelir  diye umutların varsa beyhude bekleme,7' si 70' i formülü aynen geçerlidir.
     Tüm bu dayatma algılayışları, reddediyorum.İnsan doğası gereği tezler,anti tezler üretir.Sever ve nefret eder.Benimser ya da kaçar.Hem karşısındakini anlayabilmekten daha da önemlisi kendisini anlayabilmesidir.İçindeki öfkeyi,kıskançlığı,hırsı,zalimliği çıkarıp yıkması ancak sağduyu denilen şeyi eğitmesi yoluyla olur.Ki,insan kendine aşık olduğu sürece bu eğitim olanaksızdır.Kendine aşık diyorum çünkü,Görsel sanatlarından yazılı sanatına,eğitim sisteminden siyasi sistemine,güncel yaşamından gece yaşamına  kadar kendinden memnun,hoşnut,eleştirmeyen,irdelemeyen,yargılamayan bir halk ancak 'empati' yoluyla uyur ve bir daha asla uyanmaz.
     'Empati' kadar yalan gelen diğer bir kavram daha var ki,onun da adı,'sinerji'.Anlamı da şu; müşterek akılla,ortak çalışma.Diğerinin eksiklerini tamamlama.Yani diyor ki,maksat verim artsın! Töbe bismillah!Olabilir mi yani?Neyse olamayacağını sen düşün biraz da.Bak yazdıkça aklıma geliyor.Bir de kaybedenler kulübü algısı sokuldu kafalara.Yok böyle şeyler gerçekte.Başka konuların baharları bunlar,bi ara yazarım.Neyse...
     Şu sorulara net cevaplar verebiliyor musun?Kimsin ?Kim olmak istiyorsun?Zayıflıklarını keşfettin mi?Peki yetersizliklerinle yüzleşmeye cesaretin var mı?Hayattan sana bir şeyler vermesini mi bekliyorsun?Yüreğinden sesler yükseliyor,olumlu olumsuz cevap verebilir kıvamdaysan,korkma!Senin empatiyle işin olmaz.Doğru yöndesin.Yürü!Ben arkandayım..
                                                                                                                 sevgiyle...









11 Aralık 2011 Pazar

Çizgili Havlu

   Hasanaki, zevk-ü sefaya dalmak için biçilmiş kaftandı.Biz de daldık.Çimlendirilmiş  zeytinlik.Ağaç gölgesinde cibinlikli hamaklar,pufidik minderler,rahat şezlonglar eşliğinde müzik ve servis.Masmavi ege.Sitenin havuzuna bir damla su koymadıkları için her gün Hasanaki'ye gidiyor,ayvalık tostlarımızı hamaklarda yatarak yiyorduk.Gördüğümüz herşeyin tadına bakmak için yarışır olmuştuk.Hedonizmin sınırlarındaydık.Birinin bizi durdurması gerekliydiDurdurdu da.Para!

     Attığın adım paraydı.Plaja her girişimizde, elinde fiş koçanıyla bekleyen adama kafa başına 6 lira kesiliyorduk.İçerde harcananın haddi hududu yoktu.Tatil bitmeden paralar bitti.Neyse ki bir önceki tatilimizde olduğu gibi soyulmamıştık ta, çatır çatır yemiştik bari...
    Nasıl mı soyulmuştuk?Subliminal yöntemle!!Subliminal yöntemi bilmeyen varsa anlatayım azıcık.Bilinçaltını dürtüklemek.Evet kısa ama net tarifi budur...Misal,sıcak bir yaz günü yolda yürürken gördüğün kırmızı rengin sende cola içme isteği uyandırması  ve ilk gördüğün bakkala girerek buzdolabının en önünde duran kırmızı şişeye yapışman.Dinlediğin ulusal marşların gazıyla askere gönüllü yazılmak için dayanılmaz bir istek duyman ya da gördüğün her sakallıyı deden sanman.Bir nevi gizli mesaj.Gizli olduğu için de, bilinçsiz hareketlerle komutu uyguluyorsun.Örnekler çoğaltılabilir.Filmlerde izlediğin  kötü adam Erol Taş tipli adamlardan korkarsın,tecavüzcü Çoşkun'a benzeyenlere hiç güvenmezsin.Kavgada koşup kurtaracağın insan bebek yüzlü olandır.Saçı sakalı birbirine karışmış olan pezevengin tekidir sana göre.Bi bokluk vardır onda,anlamlandıramasan da.Çünkü çocukluğumuzdan itibaren verilen bu mesajlar sürekli bilinçaltımızı kaşır.Biz de robot gibi uyarız.En çok ta reklamcılık alanında uygulanan bu yöntemin bir hırsızlık çetesi tarafından bilerek, bilmeyerek uygulanması enteresan.O da bize denk geldi.7 yıl önceydi.
    Yine böyle karı karıya çocuklarımızla Didim dolaylarında tatildeyiz.Didim'in çirkin ingilizlerle dolu olduğu ve bir insanın suretine iki saniyeden fazla bakamadığın merkezinde değiliz de,el değmemiş koylarının insana Maldivler'deymiş  hissini verdiği cennetindeyiz.Her gün yeni bir koyu keşfe çıkıyoruz.O sabah,uykuya yenilen çocuk ta yok.Kadro tam.5 kadın 5 çocuk.Çocukların yaş aralığı 10 ila 15.İki araba doluştuk,adı üstünde Cennet koyuna yollandık.Arabalar makilik patikadan hoplaya zıplaya geçti.El değmemiş plaja park ettik.Kumsalda anlık bir çılgınlık bastı bizi.Çünkü böyle bir koy görenimiz yoktu o güne kadar.Yeşil ve mavinin en açık tonlarının degradesiydi deniz.İçine girince bizde yeşerecektik sanki.Huzurlu sabahların mavi-yeşil muhabbeti.Çocuklar kumsalda sevinç naraları atarak yuvarlandılar kumdan denize.Metrelerce yürümüştük ama, su hala ayak bileğimizdeydi.Suya gömülmek için daha çok yürümeliydik.Yürüdük, yürüdük.Kimsecikler yoktu.Gökyüzü ve biz.Sesimiz yankı yapıyordu.Herkes  sesinin akisi için yarışıyordu.En çok ta fuzuli,kontrolsüz kahkahalar dolanıyordu evrende.Allahım nasıl bir yer burası?Güneşle parıldayan kum,sihirli bir alaşım oldu parmaklarımız arasında.Utanmasak dilek tutacak kıvama varmıştık.Her renk balık katıldı sevincimize.Derken...
    Bordo renkli bir araba göründü tepelerin ardından.Geldi geldi bizim arabaların ortasına park etti.Üzüldük tabii.Kadınlar hamamına döndürmüştük ortamı.Yabancı varlığı rahatımızı kaçırabilirdi.Hepimiz memnunsuz, ağız büktük yeni konuklara.Üç kişi indi arabadan.İki erkek bir kadın.Biz denizde çimmiş pozisyonda onlara bakıyorduk.Görüş mesafemiz aşağı yukarı 200 m. civarında.Çok ta seçemiyoruz.Adamlar kadını aralarına aldılar ve çizgili bir havlu açtılar.Kadının mayo giydiğini düşünmüş olmalıyız ki,bu durum hiçbirimize garip görünmedi.Öyle ya niye iki erkek havlu gersin.Biri eşiyse öteki nesi diye sormadık.Sonra aniden vazgeçtiler ve bordo arabaya binip ters yöne devam ettiler.Sevindik.Ne duyarlı insanlar var.Bak rahatsız oluruz diye kalmadılar.Neden sonra çocukları suda bırakarak çıkıp güneşlenmeye karar verdikSigara almak için arabaya seğirttiğimizde kapının açık olduğunu farkettik.Hay allah, bizde de göte sürülecek akıl yok!Cenneti bulunca kendimizi kaybettik!Yoo ben kilitlemiştim.E açık bırakmışsın işte!Diğer arabanın sürücüsü arkadaş şeftali almıştım getireyim de yiyelim dedi ve gitti.Az sonra çığlığı yankılandı koyda.Biz yılan ,çiyan sanıp koştuk.Bir de ne görelim,camlar patlamasın mı?Patlamış!Aa soyulmuşuz nidasına uyanarak diğer arabaya koştuk.Bir tane bile çanta,cüzdan bırakmamacasına...ne var ne yoksa gitmiş.fotoğraf makinaları,telefonlar,daha taksitlerini ödemeye başlamadığımız mayolar,terlikler,pareolar...Gitmiş!Sadece şeftaliyi almamışlar.Sağolsunlar.İnsan beyni nasıl çalışıyorsa,soyulduğumuzu anlayınca olan bitenten habersiz denizde oynaşan kopilleri de hırsız çalacak zannına kapıldık.Canhıraş çığlıklarla,dengesiz el kol hareketleriyle çıkmaları gerektiğini anlatmaya çalıştık.Köpek balığı alarmı verdiğimizi sanan kızlardan biri boğulma tehlikesi atlattı.Kıçımızdan sular süzüle süzüle arabalara binerken,lastiklerin kesik olduğunu farkettik.O patlak lastiklerle peşimizde zombi sürüsü varmışcasına kaçtık oradan.Allahtan mayolarımız vardı üstümüzde.Adamın donuna kadar soyulması bu olsa gerekti.
    Şimdi subliminal mesaj neresinde bunun?Şurasında;
    Jandarma komutanı olan kişi soruyor;olayı anlatın hanımefendi kaç kişiydiler,tipleri nasıldı,yaşları kaçtı,esmer mi sarışın mı,arabanın markası neydi,plakayı gördünüz mü?Arkadaşım İ anlatıyor.Çizgili havlu vardı.Araba bordo renkti.Başka?Başka yok!H'ye soruyor komutan, gördüklerinizi anlatın!H yanıtlıyor;çizgili havlu vardı.S'de sıra,o da çizgili havluyu söylüyor.G'de.Ben de.Hepimiz olayda sadece çizgili havluyu hatırlıyoruz,bir de ne işe yarayacaksa arabanın rengini.Biz jandarmaya yardımcı olamayınca jandarma da bize olamadı.Sonrasında,her gördüğümüz uşağı katil sandık.Lastikler ve cam için oto sanayiinde  geçirdiğimiz korku dolu saatleri hiç anlatmayacağım bile.Hap kadar elbiselerle,Fatmagül olmadan dönmüştük şükür...
    Çizgili bir plaj havlusu kimin aklına hırsızlığı getirir ki?Subliminal mesaj burada işte.Çizgili havluda.Hepimizin evinde güven içinde kurulandığımız bir çizgili havlu illaki olmuştur.Havluyla denizde güneşlenirsin,banyodan kirlerinden arınarak çıktığında seni sarıp sarmalayan yine o'dur.Havlu yerine çarşaf kullanmış olsalardı örneğin bu denli başarılı olamazlardı.Çünkü çarşaf, kısmen iyidir bilinçaltımızda.Hortlak,hastalık,cinsellik imgeleri öyle durupduru sağ sol loplarımızda...Ama bir çizgili havlu öyle mi ya?Tatil,temizlik,güven,anne çağrıştıtrır.
   Gayet başarılı yöntem doğrusu.Yakalanıp yakalanmadıkları konusunda geri dönüşüm olmadı.Biz Allaha havale ettik!Evet,soyulmuştuk ama mutluyduk.O gece yaktık mangalı,attık balıkları,açtık vişnetaları keyfini sürdük.
   Kötü ihtimalleri hesaplayan H,kredi kartlarını valizde bırakmıştı..Artık kam almak zamanıydı hayattan.Borç yiyen kesesinden yerdi.
   Hasanaki soygunculuğunun bir kategorisi de yok.Legal.
   Site halkı,Allah affetsin sevimsizlik abideleriydi.İnsan ilaç için gülümser kardeşim.Zaten Rahmi'den belliydi yöresel zihniyet.İnanabiliyor musun,Allah seni inandırsın evi boşalttığımız gün doldurdular havuzu.Aman canım,bizde boş durmadık herhalde ver elini Bozcaada.Ayazma plajının buz gibi sularında serinledik.Sıçık Rahmi'yi ve gudubet site sakinlerini unutuverdik.Elinde ota boka para almak için fiş koçanıyla üstümüze doğru gelen kimi gördüysek atlattık.Bir daha Rahmi diye birini tanıma ihtimaline karşı unutmamak için telefonuma Rahmi Ayva diye kaydettim.Biz yandık başkaları yanmasın.
    Ayrıca siz bu yaptığınıza turizm mi diyorsunuz?Böyle cennet vatanda mezardan dedem çıksa turizm yapar!Bitti...
 
               



8 Aralık 2011 Perşembe

Rahmi Ayva

    Tek amacımız vardı.Mutlu bir tatil.Beş arkadaş çocukları alıp kopacaktık buralardan.Karı-karıya gönlümüzce gezip eğleneceğimiz on günün hayalini kurmaya başlamıştık çoktan.Önce nasıl bir yerde kalmak istiyoruz sorusuna cevap aradık.İnsanın sığırla bir tutulduğu her şey dahilleri pas geçtik.Çok güzel!Doğayla fazla iç içe olanlardan da doğaya alerjisi olan arkadaş adına vazgeçtik.Bu da iyi!Sezonun göbeğinde olduğumuzdan boktan pansiyon fiatları da manyaklaşmıştı.Onu da geçtik.Geriye ev kiralamak kaldı .Şöyle havuzlu,denize yakın, temiz eşyalı,bol yataklı bir yazlık.Herkes bu fikre dişlerini göstererek el çırptı.
    Nereye gideceğimize karar vermek iki gün sürdü.Her kafadan ayrı ses çıkıyordu.Bodrum,Antalya,Kaş,Bördübet derken Ayvalık kazandı bizi.Oturduk internetin başına.Aradığımız Ayvalık numarasını Altınoluk'tan Rahmi açtı.Emlakçı.Hımmm,demek Altınoluk'ta ev!Ekibim kaşla gözle onaylıyordu ben Rahmi'yle konuşurken. .Havuz görüyor!Tripleks!Temiz!On kişi geniş geniş kalır diyorsunuz!Benimkiler mutlulukla birbirlerine göz kırpıyorlar.Peki Rahmi beycim günlüğü kaça?Oh oh iyi,bize uyar.Bu gün peşinat yatırırsanız sevinirim diyor adam.Aaa ne demek!Sen bizi güldürdün,Allah ta seni güldürsün Rahmi'cim.
    Geride bıraktığımız ne varsa, sünepe muamelesi yaparak neşe içinde  yola çıktık.Otobüs yolculuğu sona erdiğinde boyun felci olmamıza ramak kalmıştı.Neyse Rahmi bizi karşıladı.Siteye getirdi.Ev tam istediğimiz gibi havuz manzaralıydı.Verandasından havuzun içine atlamak işten değildi .Ortada sorun sayılacak bir şey görünmüyordu.Tek sorun havuzun boş olmasıydı.Rahmi iki güne varmaz doldurulacağının garantisini verince, ehh madem öyle!?Biz verandada beklerken Rahmi elindeki anahtar tomarıyla epeyi cebelleşti.Bizi adamın arkasından gülme krizi tuttu.Birbirimizi dürtüp,dirsekliyorduk.Nihayet başardı.Ya Allah ya Settar deyip sağ ayaklarımızla girdik içeri.
    Koskoca evde yalnızca üç yatak vardı.Çüş yani!!Fantaziye gel!Ee Rahmi,nedir bu rezillik?İki saate yatak sorununu çözeceğim.Bekleyin, dedi.Nuh nebiden kalma eşyalarla baş başaydık.Ve evi bok götürüyordu.Pollyanna kaçmıştı içimize sanki.Zevk almaya kararlı bünyemiz bir kaç saatliğine seve seve bal dök yala yaptık o püsür evi.Hadi yol yorgunluğumuzu atalım ılık bir duşla dedik.Demez olaydık!Güneş enerjisi çalışmıyor!Hadi çalışmasın da musluktan su yerine çamur aktığını görünce....
    Rahmi söylediği gibi iki saatin sonunda koltuk altlarına sıkıştırılmış iki adet ruloyla geri döndü.Rahmi de Rahmi'ymiş ha!Fırıldağın önde gideni.Ruloları açınca şu anaokulu çocuklarının altına yayılanlardan iki şilte çıktı ortaya.Bu ne kardeşim,böyle mi konuştuk diyecek olduk ama,ehh kalmazsanız kalmayın!Para iadesi söz konusu değil!diyerek bizden önce davrandı.Arkasından bakakaldık.Paranın kalanını eve gelirken takside tahsil etmişti bizden.Rahmi'ye neler yapabileceğimizi tartıştık.Hiç bir şey yapamayacağımıza karar verdik.Zaten on gün kalacaktık altı üstü.Düşecek gölgeye tahammülümüz yoktu.
    İncecik şilte açılınca,enlemesine dört kişi sığıyordu neyseki.İlk gece için kibrit çöpü çektik.Kısa olanı ben çektim.Diğer günlerin talihlilerini belirledikten sonra denize girmeye karar verdik.Plaj kostümlerimizi kuşandık.Tam teçhizatlı kameraman Cevat Kelle gibiydik.Ölüm tehlikelerini savuşturup,işlek bir otoyoldan karşıya geçtik.Paranoyak hareketlerimiz görülmeye değerdi.Herkes Bulut'un elini tutmak istiyordu.İşlek otoyolu 5 yaşında bir çocukla geçme korkusu mudur,nedir?Deniz kıyısına vardığımızda kendimize layık bir yer bulamadık.Koca harmanda sıçamamak  durumu...Yanımıza deniz kenarlı coğrafyaların güneşte kavrulan tenini melon şapkayla saklamaya çalışan yaşlı bir adam yaklaştı.Temiz bir yer arıyorsanız,Hasanaki tam size göre dedi.
                                Hasanaki için beni bekleyin,devamı gelecek...mucksss....


    

1 Aralık 2011 Perşembe

teknoloji severim

   2000 yılını hayal eder dururduk.Yüzyılın sonunda doğmuş olmanın da avantajları var!İki yüz yıla ait oluyorsun.Ben 32 olacağım!Oooo!Sen?36.İyi iyi,o kadar da yaşlı olmayacağız!Hangi çağa giriyoruz?Bilmem,bilgi çağı diyorlar ama!Ne bilgisi?İnsanlığın binlerce yıldır biriktirdiği bilgiler bir anda patlayacakmış!Patlamasın,zaten zor öğrendim!Uçan arabalar da olacakmış!Ne güzel,alırız birer tane.Pazara giderken seni camdan alırım.Hahıahahh...ne komik!Düşerim ben arabaya binerken,sen yine beni yerden al!
    Teknoloji ve uzay çağını yaşıyorduk ancak bizim teknolojinin geldiği son noktadan anladığımız ilk şey, derin donduruculu buzdolabı olmuştu.Benimle yaşıt 14 ayaklılar çöpü boylamıştı.Ne bulduysak içine tıkıyorduk.Çıldırmıştık.Benim bezelyelerim daha çok!Ordu gelse doyar.Manavda,pazarda bulduğumuz barbunya,biber,patlıcan ziyadesiyle bezelyeyi torbalar dolusu eve,sonra da derin dondurucuya istifliyorduk.Kadınlar imece usulü sarma sarıyor mantı açıyorlardı.'dip friz'ağzına kadar yiyecekle doluydu.İşin tadı tuzu kaçmıştı.Taze ve gününde yapılmış yemekler hayaldi.Ne kadar uzman olduklarını algılayamadığımız  insanlar,bunların çok çirkin hareketler olduğunu bağırmaya başladıklarında  uuurr derin dondurucuğğ başımıza  çoktan musallat olmuştu.
    Paranoyaları katlayan cep telefonunu hiç affetmeyeceğim zaten.Yiyip içip zıçıp telefonla konuşmaya başladık.Çocukluğunu sokakta  oynayarak geçiren son nesildik.Şimdi dakika sayıp arıyoruz çocukları.Neredesin?İşte bu' neredesin' sorusu bitirdi bizi!Ananın örekesindeyim!Herkes orada!
   Cep telefonunun  hayatımıza girdiği zamanlardan bir anı anlatayım .Anı kişisi arkadaşıma kocası cep telefonu alır.Koca da kıskanç mı kıskanç!Böyle göz açtırmayan cinsi.Kızcağız sıkıntılı tabii.Kızının paranoyak hayatına en çok ta üzülen annesi.Pek kimselerle görüşmesine izin verilmediğinden ya anacığıyla ya da bir iki arkadaşıyla zamanını geçirir.Ana-kız market alışverişi yaparlarken karşılaştık.Cep telefonu bangırdadı.Herkes sesin geldiği yöne döndü.Tuğla kadar telefonu kulağına dayadı arkadaşım. .Alo,Orhan!Migros'tayım.Anne endişeli.Damadı kızını üzsün istemiyor.Annemleyim!Tamam,hemen eve dönerim.Yaşlı kadının bakışları, Orhan'ın iyi hoş ta çekilecek kahrı olmadığını anlatıverdi oracıkta.Gözleri üç tur attı yuvalarında.Sonra telefonu çantasına koyan kızına döndü , hay boyu posu devrilesice,takip mi etmiş,diye sordu.Yok annecim niye takip etsin?E migros'ta olduğunu nerden biliyodu?
    Alıştı artık herkes.Sokağa çıkarken unuttuk mu çıplak hissediyoruz kendimizi.En  Robinson Crusoe ruhlumuz bile pes etti.Otellerdeki ayakkabı temizleme fırçalarına bağcıklarını kaptırmış ender kişilerden birisi olarak teknolojiyle barış içinde yaşadığımı söyleyebilirim..En azından merak ediyorum.Tabii bu merak sayesinde para kaybediyorum o ayrı.Bakar mısınız ben plazma tv bakıyorum.Yardımcı olayım efendim.Evde olmadığım zaman kayıt yapsın.Çok kanala aynı anda bakayım.İnternete bağlansın.İnsanlar kısa ve şişko görünmesin ve full hd olsun.Şimdi tüm bu özelliklere sahip olan tv şu kadar!Hımm!Bölüyo musunuz?Tabii,biz 12'ye, banka da 5'e bölüp 5 te hediye veriyor!İyiymiş,alıyorum.Allah inandırsın ,12 ulusal kanala ayarlı o televizyon alındığı günden beri hiç bir işleme uğramadı tarafımdan.Ee o zaman niye o kadar para verdim?Bunun en basiti benim işimi görecekti basbayağı.Tavuğum güzel olsun da yumurtlamazsa yumurtlamasın!
  Arada kahvemi de höpürdeyim!...Ne diyorduk?Evet,parasını ödediğim hiç bir aleti tam kapasite kullanamıyorum.Üşengeçlik mi desem,geçici hevesler mi desem bendeki ruh hallerine.Meyve sıkacağı örneğin, yıllarca mutfak dolabının üst raflarında yeniden  keşfedilmeyi bekleyen, star eskisidir benim evimde.Bir bardak vitamin için bir kutu deterjan harcandığını farkeden her mantıklı insan da böyle yapar.Parçası pinçiği teferruatı  temizle temizle bitmez.(bkn:yoğurt mak.ekmek mak)
    Teknolojiyi yanlış anlıyorum galiba.İhtiyacım olanı tüketsem hem paramı hem de beynimi kaptırmayacağım.
    Beynim gitti diyorum çünkü notlarım,şifrelerim,öykülerim,burada paylaştıklarım bilgisayar bey'e emanet.O bitti mi ben de biterim.Ben onu değil,o beni yönetiyor.Acıklı!
    Şurda sohbet etmeye çalışıyorum  yapayalnız!Teknolojinin korkulması gereken en ölümcül yüzü bu!Yalnızlık.Katlanarak büyüyecek tek başınalık.Neyseki, embesil oğlanı izdivaç programında evlendirmek isteyen anne ve babaların yaşadığı bir ülkeyiz çok şükür!Sosyal medya bize bi şey yapmaz!Yapamaz.
    Şimdi 44 yaşındayım.2000'i geçeli 11 yıl oldu.Uçan arabalar yok görünürde.Yıkanan çamaşırları tek düğmeyle ütüleyecek makineyi icat edemediler hala.Kanserden yüz binler ölüyor.Tanıdığım en şerefsiz adamlar sosyal medyada erdemli aforizmaları  patlatıyorlar.Bilgi çağı zırvası da google'a' rüyada beyaz kedi görmek' sorusuna aldığımız cevap  olsa gerektir.
     2000'li yıllar...Değişen ne var?Kafamda çınlayan şu soru;Ben buradayım!Siz neredesiniz?....
                                                                                                                          
    

25 Kasım 2011 Cuma

Rol...

    Modacılar,modayla uğraştıkları için mi gay oluyorlar yoksa gay olarak doğdukları için mi modacı oluyorlar?Yumurta mı tavuktan,tavuk mu yumurtadan?Zor soru.
    Kırıtık tavırları olmasa,çoğu tam da aranan erkek modelidir.Aşık olunasıdırlar.Temiz,şık,eğitimli,medeni,seksi,yakışıklı, kanka ve eğlenceli adamlardır. Yatak odası dışında evin her cantimetrekaresinde harika yaratıklar.
     Fakat yıllarca buz kalıplarında donmuş beynimiz üçüncü türün varlığını kabullenmekte güçlük çeker.Üçüncü tür yalnızca gösteri dünyasında mı yaşar?Sanmam.Aramızda olanlar da var.Neredeler öyleyse?Onlar da hayat sahnesinde gösterideler.Rol yaparak.Gizlenerek.Belki karşı komşumuz.Belki köşedeki  bakkal.Belki kuzenlerden biri?Belki de çocuğun.
    Ne kadar da katıyız.Oysa ki katı olan ölülerdir.Esnemezlik cesetlerin işidir.Yaşamın kendisi canlı ve hareketli bir alandır.Öyle değil mi?Modacı ve kadın kuaförlüğü,oyunculuk gibi mesleklerde, toplumun sülfirik asite benzeyen yakıcı karışımdaki bakış açısında az da olsa nefes alıp,kendilerini yaşıyorlar galiba.
     Yalnız şunu söyleyebilirim;ameliyatla cinsiyet değiştiren erkeklerin girdiği kadın kılığı hep pavyon stayle olmak zorunda mı?Kusan makyaj,abartılı saçlar,ille de leopar,illede kırıtarak yürüme.Bu mudur!Kadın denince aklına ilk gelen şey bu mudur?Aklına ikinci de olsa benim gibi spor,sıradan,kendi halinde,leoparı boku kadar sevmeyen kadınlar gelmez mi ey üçüncü tür?
     Erk giderek katılaşsa da,toplum giderek gevşiyor.Görebiliyorum.5 yıl önceki toplum yok artık.Değişmenin ve esnemenin kendisi için bir rekabet aracı olduğunu görüyor akıllı toplum kişisi.Ve farklılıkları acımasızca eleştirip yok etmiyor artık.Yok etmesinin kendine faydası olmadığını gördü çünkü.Yaşatmak için kılını oynatmasa bile,ortadan kaldırmak için de çaba göstermiyor ne güzel.
    Eşcinsellik  hastalık değildir,bir insanın her türlü koşulda başka bir insanı sevmesidir ..Sevmesi...
    

14 Kasım 2011 Pazartesi

Hatırlar mısın...




Sana yazmazsam,büyüyecek acı içimde.Canımı yakacak.Önüne geleni silip süpüren bu girdap seni yuttuğu gibi, beni de yok edecek.Varlığınla neşelenmek değil tam olarak beklediğim,yanında götürdüğün saf yaşama sevincimi geri isteyiş hali daha çok.İlişkimizin yozlaşmamış zamanlarına duyduğum özlem belki de.Hatırlamazsın!Ama ben hiç unutmuyorum.İşte bu yüzden yazmalıyım.Tanıklar çoğalmalı.Ve eğer unutursam bir gün,birileri dürtüp hatırlatmalı bana seni.
Senden ne zaman umudumu kestim?
Rüzgara karşı kürekleri kırıp attığında fırtınanın içine, yelkensiz yönsüz yol alırken, ben kıyıda öylece kalakaldım ardında.Biliyordum geri dönmeyeceğini.İşte o gün kaybettik birbirimizi.
Çok şey borçluyum sana.Bonkörce öğrettin bildiklerini.Güçlü numarası yapmayı.Pes etmemeyi.Yalanı.Üç kağıdı.Kuru gürültünün de düşmanı geri püskürttüğünü.Kimsenin ama kimsenin,göründüğü gibi olmadığını.İnsanın kendisi için yaşamak yerine ,diğerlerinin alkışlarını duyma çılgınlığıyla nefes aldığını,senden öğrendim.Seni izledim.İzledim.Yalnızdın.Yalnızdık!
Canlı,yaşam dolu cümlelerin yaydığı neşeden artakalan hüzündük ikimiz.Dört kişi kıldı namazını.Bildiklerime ve gözlerime aykırı.Kalabalık olması gerekirdi cenaze alayının.Oysa sen hiç insan biriktirememişsin!Yalnızdık.Yapayalnız.Birbirine değmeyen gözlerimiz vardı.Bakışlarını kaçıran dört kişi ve ben.Anlatacak bir şeyler bulamamaktan ya da son noktayı koymuş olmandan.Ne bileyim?
Koşarak geldim yaşadığım şehirden tabutuna bakmak için.Baktım da.Bir başına.Yapayalnız.Kınamak istedim.Ama yapamadım.Camii önünde,cenaze arabasında.Yeşil örtü altında.Sen vardın.Ağlamak için kendimi zorladım.Ağladım da.Yokluğuna duyduğum öfkeyle değil yanlış anlama,beş kişilik cenaze törenine duyduğum kızgınlıkla ağladım.Bir sokak köpeği gibi toprağın altını boylayışına!İşte bu duyguydu gözlerin birbirinden kaçmasının gerekçesi.
Bak, yine artistlik yapıyorsun!Perde kapandı.Unutulmaz bir sona imza attın.Sen yalnız seyirci yalnız.
Cuş u huruş içinde duasını eda etti imam.Böylesi görevini yerine getiren adam zor bulunduğundan,cebine elli kağıt sıkıştırmak istedim.Hareketimi ayıplaması utanmama neden oldu.Son yolculuğunda,işini layıkıyla yapan birine rastlamak ne garip değil mi?Yazdıklarımın içinden acıklı kelimeleri çıkarıp atayım istiyorum.Olmuyor.Resmin belirince gözlerimin önünde kül, kor ateşe dönüşüyor.Sokakta hiç bir şeysiz ve bir hiçken öldün.Yalnızdın.Kimsesiz.Hastalığının adını bile tam olarak öğrenemedim.
Ensemden bir kadın fısıldadı mezarlığın kurak ikliminde,'temizlik' dedi.Yok oluşun kirlerinden arındırmış olmalı dünyayı.Duyuyor musun?
sevgiyle....

10 Kasım 2011 Perşembe

Perspektif Sorunu

   İki yıldır resim yapmak,yağlı boyalarla oynamak gibi bir istekle yanıp tutuşuyordum.Nedenine gelince,hayatında fırça tutmamış insanların ne de güzel tablolar yaptığını görünce iştaha gelmiş olmamdır.Ve fakat zaman denen illet buna fırsat vermemişti.Madem kayıp gitmiş yeteneklerimin geri dönüşüm kutusunu dolduruşuna  seyirci kalmıştım,aynı şeyi çocuklarım yapmasınlardı.Evet,bunun için zaman bulamıyordum.Tıpkı herkes gibi.Çocuk yapınca başka şey yapamayanlardandım ben de.Aynı anda iki aktivite!Hem sakız çiğneyip hem türkü çığıramıyordum işte!
   Bu yıl o zamanı buldum.Şehrin en yeteneksizlerine tablolar yaptıran kursa yazıldım.Arkadaşım G'yi de kendisinden habersiz yazdırdım.İleride büyük bir sanatçı olursa,anlatacak bir hikayesi olsun istedim.Bende nemalanayım!Duyunca biraz şaşırsa da,kursa severek katılacağını söyledi.Meğer resim yapmak istermiş o da.Kayıt yaptırırken görevli şahsiyete, Cin Ali dahi çizemediğim hatırlatmasında bulundum, bayıltan bir ısrarla.Daha önce kurslara katılan dostlarım,işe gölge çalışarak başlamamın daha doğru olacağını salık verdikleri için,görevliye özellikle boya ve tualle çalışamayacak kadar yetersiz olduğumu ,gölge çalışmaları yapmak istediğimi ve eğer öyle değilse boşuna kayıt yapmamasını defalarca tekrarladım.Bilgisizliğimle uğraşılacağı teminatını aldıktan sonra ben de kursun bir üyesi oldum.Haftada bir güncük.Kafanı meşgul eden şeyleri def etmek için bir güncük...
    Arkadaşım G ile bir kaç yıl önce ebru kursuna da gitmiştik.Ancak talihsiz sağlık sorunları ikimizin de daha ilk günden kursu bırakmamıza neden olmuştu.Olsun!Yeniden başlamak her zaman iyidir.Bu defa karalıyım!
   Ancak kosmos izin vermedi yine.Benim kombi kursun olduğu gün arıza ışığını yaktı iyi mi?Mecburen servisi çağırdım.E servis olaya müdahale edince,sabah sabah  iki yıllık arıza garantisi aldık durduk yere.Neyse G ile birlikte geç meç demeden kalktık gittik.Çok heyecanlıyız tabii.Yer, mekan süper.Eski Odunpazarı evinden bir atölye.Alt katta geçen yıl başlayan kursiyerler,oturmuşlar tual başına.Makara kukara boyuyorlar.Tanıdık bir kaç yüz var içlerinde.Onlar da bizim gibilermiş.Bir yıl boyunca karakalem yapmışlar.Korkma ve yılma dediler bir ağızdan.Neyse biz ikinci kata seyirttik.Yeniler yukarıda.Kayıt için geldiğim gün sanki daha kalabalıktı.Oysa bu gün yalnızca iki kadın,onlarda tual karşısındalar.Bir de G ve ben.Hocamız olacak fakir ve lakin entel kılıklı  adam bizi kibarca buyur etti.Ortada yan yana sıralanmış masalara oturduk.Hoca,'siz ne yapmak istiyorsunuz?'sorusunu sorduğunda benim cevabım hazırdı.'Karakalem'.'Sınava mı gireceksiniz?'.'Yok hayır,biz resim yapmayı öğrenmeye geldik.Hiç bir şey bilmiyoruz.''Hımm,peki ne yapmak istiyorsunuz?'Ulan ne yapacağımı ben ne bileyim demek isterdim ancak nezaketimden ödün vermeden sürdürdüm,'öncelikle biraz ışık tekniği falan öğrenirsek...çünkü sıfırız,anlıyor musunuz sıfır!'Anlamış gibi salladı kafasını.''O zaman hayalinizdeki Eskişehir'i çizin!''Bakın beyefendi,hocam, ben öyle hayalimdeki şeyleri çizsem niye geleyim?Ben her normal insan gibi üçgen çizebilirim,kutu,küp çizebilirim.Kendimi biraz zorlasam belki  hela maşrapası da çizerim,nokta.Ben buyum!'.Peki,sizin hayalinizde bir şey canlanmıyorsa,diyerek arka raftan bir sürü Eskişehir fotosunu getirip önümüze yığdı.Bunların içinden seçin ve çizin.Görelim!Gülmeyin ama sonra dedim.
   G'yle küçük çaplı bir gülme krizinden sonra,doktorun bir sonraki tedavi aşamasını kestiremeyen hastası gibi teslim olduk bize söylenenlere.Bin türlü Eskişehir pozu.İçlerinden en kolayını arıyor gözlerim ve buluyor. Porsuk!Alt tarafı yılankavi bir nehir ve etrafındaki yeşillik.Pööhh..Bakıyorum G'de Porsuk manzarasıyla iştigal.Vay anasını,ne zormuş!Neyse ıkına sıkına fotodaki  manzarayı andıran şeyler karalıyoruz kağıda.Yani bana göre andırıyor.Ben anlıyorum çizdiğim şeyin Porsuk olduğunu.'Oldu mu sizce?'diye soruyor hoca.'Oldu'diyorum pişkin pişkin.'Nıcckk,olmadı!'.'Sizde perspektif sorunu var!'Aynı sorun G'de de çıkıyor.'Sizin perspektif sorununuzu çözmek lazım'diyor.'Çözemezsin!'diyor G.'Bizdeki perspektif öyle hemen çözülecek cinsten değil'.'Ne yapalım?O zaman başka bir fotoyu çalışın!'deyip  önüme tramvay durağının o karmakarışık halini uzatıyor.Kul euzu bi rabbin felak...içimdeki istek ya da bu adam ölmek üzere...
    Yaptığım tramvaylar savaştan çıkmış gibi.Hepsi yan yatık.G ikinci denemesinde perspektif sorununu aşıyor ama ben akıllara zarar sorunlarla boğuşuyorum.'Z Hanım,sizin kadrajınız kayık!'Şimdi ben buradan sana bi uçucam senin kadrajın tümden kayacak diyememenin dayanılmaz acısını çekerken,bir kadın geldi dışarıdan.Yaptığı tabloyu alacakmış.Duvara ters çevrilmiş tuali aldı.Ve dünyanın en şahane resmini çizmişcesine gösterdi.Stüdyoda egzersiz yapan bir balerin.Bir yerlere bakarak çizdiğini ben bile anladım ama kadının kısa sürede bu resmi çizmiş olmasını da kıskandım .'Sizin miydi?diye sordu hoca.'Kadın yaşından beklenmeyecek bir gerzeklikle,evet hocam,sizce nasıl olmuş?Hatalarımı söyleyin n'olur!diye de yalvardı adeta.Tual boyamakla meşgul diğer iki kadın işlerini bırakıp hocanın yanında yerlerini aldılar.''Perspektifte sorun var'deyince içime bi rahatlama çöktü.Fon gözümü rahatsız etti ama onun dışında pek bi şey yok.İyi!'Çocukça sevinç gülücükleri atan kadının mutluluğu kadınlardan biri konuşmaya başlayınca son buldu.'Elindeki fırçayı sallayarak resimde kusur arayan eleştirmen gözlü kadın,aradığı kusuru buldu ve haykırdı.'Balerinin beline göre kalçası büyük.Ya beli biraz kalınlaşsın ya da...'Her zaman ezilenin yanında olmaya alışmış ruhum kendiliğinden kadının yanında yerini aldı.'İlk çalışma için çok iyi bence.Evinin baş köşesine as ve sakın vazgeçme.'dedim.
    Sanki Picasso anasına yandıklarım.Kadını iki dakkada dürüp büktüler.Elindeki fırçayı sallayarak konuşan kadın,resim kötü ama çantanız çok güzel diyerek benim bütün nefretimi kazanmış oldu .Ayrıca güzel bulduğu çanta çok iğrençti.Balkon iplerinden sarkan mandal torbasına benziyordu.Aklı sıra dalga geçmişti balerinin ressamıyla.Eğer bu kursa devam edersem bu kadının elimden çekeceği var.Seni resim yapmaya tövbe ettirmezsem bana da Z demesinler!
    Doğal olarak biz perspektif sorunumuzu aşamadık bir kaç saat içinde.Taklit ya da kopya da istenmiyordu,hayal ettiğim Eskişehir'i çizecektim.Bu yıl tuale aktaracağım benim Eskişehir'im olacaktı.
   Daha fazla dayanamadım.G'ye bir bakış çaktım,defolup gidelim baabında.Anladı.Bir daha gitmem oraya.Alt katın hocası en andavalına resim yaptırmış.Bizim şansımıza da perspektif sorunsalı.
    En iyisi kendi kendine çalışmak ya da öğretmeyi bilen kişiyi aramaya devam etmek.Ve makus kaderi(kurs kaderi) yenmek....
         
                                                                                                                            sevgiyle..
 
 

 
 

24 Ekim 2011 Pazartesi

Tanrı neye benzer?

   Kaybolan çantasına kavuşmak için  Tanrı'ya dua eden Bulut sordu''Allah nerede yaşıyor?''6 yaşındaki çocuğa cevap verirken 50 kere düşünmeli insan.''Tüm evrende''.''Nasıl yani?Birden çok mu?''.''Hayır aslında o içimizde.Herkesin kendi Tanrısı var''.''Seninki neye benziyor?''.''Sakallı bir dede''.''İyiymiş!''.''Ya senin ki?''.''Hani mutfakta turuncu,çizgili bir sürahi var ya,işte Tanrı dediğimde o sürahi geliyor aklıma''''Yani  şimdi kaybolan çantanı sana getirmesini bir sürahiden mi bekliyorsun?.''Evet''.
   Demek insanın zihninde tasarladığı Tanrı bir sürahi de olabiliyormuş.Elbette büyüdükçe ve bilgilendikçe Bulut'un zihnindeki resimler de şekil değiştirecek.Ama Tanrı'yla ilişkisi bu kadar özelken,onu istediği biçime eğip bükebiliyorken ve en önemlisi ondan bir şeyler talep ediyorsa, Tanrı'nın neye benzediği konusunda kendi zihnimdekileri dayatmayacağım çocuğa.''Anne!''.''hıı!''.''Şu senin dede nasıl biri?''.''Biraz rock.Motorsikleti var!''.''Vay be!''.''Nerede yaşıyor?''.''Gökyüzünde''.''Biraz saçma değil mi sence?Yerçekimi ona işlemiyor mu?İyi birisi mi?Senin de kaybolan eşyalarını getiriyor mu?''.''Bazen.Eğer,kaybettiğim eşya  benim ihmalimden kaynaklanıyorsa,daha dikkatli olmam konusunda beni uyarmak ve ders vermek için getirmiyor.''Bu sözlerimden sonra biraz üzülen Bulut,öz eleştiri yapmaya başlıyor.''Benim hatam.İçinde araba kartlarım da vardı.Çıkarmamalıydım dışarı.''''Bulamazsan üzülme! Senin için değerli olanı daha iyi koruman gerekir.Hem yeniden alırız,yavaş yavaş biriktirirsin!''.Anne teminatının rahatlığıyla huzurlu bir uykuya dalıyor....
    Geçen hafta acılara uyandık milletçe.Yıllardır pusu kurup,ateş açıyordu terör örgütü,ama ne bileyim bu defa canım başka türlü yandı.Kafasında cevabını bulamayacağı sözcükleri bile konuşmaktan sakındığım çocuklarımı yetiştiriken çektiğim zahmetin adını sevgi koymuşken,hep annelerini düşündüm o yiğitlerin.Anasının koynundan sınır karakollarına... Vatan görevi yapmaya giderken ne denli korkulara boğulduklarını bildiğim için belki de.Teröristi bırak,komutanlarından bile ödleri patlayan sübyanlar.
   Gün geçmedi ki,Van'dan büyük yıkım haberleri geldi.Sıcacık yatağında yatarken pek te anlaşılması mümkün olamayan felaket.
   Ve aradan çıkan çatlak sesler de kulakları tırmalamaya başladı derinden.İki gün önce yapılan hain saldırıya karşı Tanrı'dan gelen bir uyarıyı vurgulayanlar oldu.Buna kargalar bile güler.Bir bölgede yaşanan felaketin bedelini tüm insanlık öder.Kurulan hain planların kayıpları yine tüm insanoğlunun kayıbıdır.İnançlarımız hangi yönde yürürse yürüsün,Tanrısı ister bir dede,ister bir sürahi,isterse bir kurbağa olsun ne fark eder?Sana ve insanlığa bir faydası olmadıktan sonra ne anlamı vardır derin ve fanatik görüşlerinin?
    Acaba Tanrı ,bu dar kafalı,bön ve sığ görüşlü kardeşlerimize,içindeki şeytanı göstermek için bir uyarı mesajı veriyor olabilir mi?
    Ders al bu günden.İlk kalkacak Van otobüsüne bin ve onlara ne götürebiliyorsan götür.Ancak böyle kurtulursun seni yiyip bitirecek azaptan....Çünkü,inan bana yaşadığımız bu felaketlerin bedellerini nasılsa hep birlikte ödeyeceğiz..İyisi mi sen şimdiden düş yollara...
                                                                                                                       sevgiyle
 

18 Ekim 2011 Salı

büyük Türk büyükleri

   ''Türklerin tarih sahnesine çıkması'' ile başlayan her cümlede, nedense aklıma Cüneyt Arkın'ın kıçına 500 watt'lık elektrik prizi sokulmuş gibi at üstünde uçuş uçuş,yerinde duramayan saçları gelir.Türkler o güne kadar nasıl başardılarsa, bir yerlerde saklandılar ve çoğaldılar.(bkz.orta asya)Sonra,ee!yettiyse yetti artık! biz de sahnedeyiz,deyip, Cüneyt Arkın'ı kabile şefi yaptılar.Gözünü budaktan sakınmayan Cücü,atının üstünde her türlü akrobasiyi yapmaya müsait organları olan,doğar doğmaz azgın nehrin sularına bırakılan üzüm sepetinde hayatta kalmayı başarmış, tarihin en güçlü spermi ve yumurtasının ortaklığından oluşmuş bir cengaverdi benim gözümde.İnanın !
     Aslında,nehre salınacak ikinci bir üzüm sepeti bulunamadığından elde kalmış bir kardeşi daha vardı.Tıpatıpı.O fakiri de çaresizlikten oğlan doğuramayan kralın karısının doğum yatağına yerleştirdiler gizlice.Kralın karısından çıkan kızı da tekfurlara attılar.Büyüdüğünde o da böyle meme teşhircisi,baygın bakışlı bir kız olup çıktı .Pek sağlam pabuç izlenimi vermese de, Cücü'nün aşkı onu dinden imandan etti ve kişilik çatlaması yaşayarak ben kimim,bunlar benim ailem olamaz,aslında ben Türk'üm gibi saplantılı fikirler edindi yok yere.Fakat,her önüne çıkanın görüşünü,dinini,milletini yerle yeksan etmek bir Allah vergisi olan Cücü, kızı da mülayim,memelerini örten,tarhana çorbası pişiren,gerektiğinde cephanelik taşıyan bir savaşçıya dönüştürmüştü çoktan.İşte benim kanaatimce Türkler bu soydan ilerledi Anadolu'ya......
     Tarih bilincim bir nevi alzheimer hastağı gibidir.Bazı sahnelerde elektrik pıt diye kesilse de Cücü, tek ilacım olur gördüğünüz üzre.Bize okullarda dünya tarihiyle ilgili bilgiler bölük pürçük verildiğinden, o bilgileri mantığım süzmekte zorlanır.E biz Türkler Orta Asya steplerinden Anadolu'ya inmeye karar verdiğimizde dünyanın öbür bölgeleri boş muydu?Nerede bu milletler,nerede bu devletler?Nerede,nerede...
     Cüneyt Arkın'lı filmleri, cuma tatili başladığında okulun sinema salonunda seyrettirirlerdi.Bizans piçleri bir bir hakkın rahmetini boylamaya başladımıydı,salonda desibel ötesi bir gürültüyle alkış kıyamet kopardı.Bizim idolümüz Cücü tabii.Bizans ve bilemediğimiz başka kabilelerle savaşan şef!!!!.Bir de Çin'li versiyonu vardı ki,o da Kartal Tibet'ti.Kıçındaki Arap Kadri donundan hoşlanmazdık sanırım.Ya da hangi boy,hangi kavim insanı olduğunu pek çıkaramadığımızdan mı yoksa handa öküz gibi butları çekiştirip,şarabı ağzıyla değil de götüyle içen Türk arkadaşları olduğundan mı bilemeyeceğim şimdi,Tarkan out Kara Murat in di biz siyah önlüklü bebeler için.
      Bu filmlerde düşmanı öylesine ilkel gösterirlerdi ki,Türk'lerin yontma taş çağında Çin'lilerle savaşıp seviştiklerini zannederdik çoğumuz.
     Sonra nasıl olduysa Osman Bey çıkıp geliverdi Domaniç'ten.Şeyhi Edebali'nin kızını aldı.Mal Hatun.Osman Bey ,Cihan Ünal!O yüzden Mal Hatun denilince, hep bi Türkan Şoray silüeti canlanır gözümde.Çocuk olunca ayrılmasalardı eyiydi.Yazık oldu Osman'a!!
    Arası entrika.Entrika.Entrika...
    Vahidettin'i kovalamışken,Yunan'lıları da denize döküp kurtulduk velhasılı.Bir çıktık pir çıktık sahnelere.
   Tarih denen kavram da zaten kronolojik dedikodu değil midir canım?İşin siyasi,ekonomik,kültürel boyutunu geçelim.Bu kavramları  öğrenemeden okullardan mezun olunuyor da,bari magazinel kültürü tam verseler.Şimdi ben Hürrem'i sürekli doğuran bir hatun gibi algılayacağım bundan kelli.Sülüman'ı da sevimsiz Bergüzar'ın kocası.Bu bize yapılmamalı!
   Bizim gibi, Kızılderili'ler de Türk'tü diyen prof.ları yetiştiren bi toplumda tarihi kişilikleri lütfen tanınmamış kişiler canlandırsın.Sonra yüklemeye çalıştığım bilgiye eror veriyor beyinciğim.Olmuyor yani.Bokun boku bir durum.
    Benim tanıdıklarımdan Kanuni'nin Viyana kuşatması sırasında fethettiği yerleri Atatürk'e bıraktığını sananlar var.Durum o kadar vahim.Anla yani!!
    Ben yine de Cüneyt Arkın'ın Battal Gazi,Malkoçoğlu olduğu günleri özlüyorum.Adam tarih öğretiyordu ne güzel.Battal Gazi'nin Emevi ordusuna komuta eden bir Arap olduğunu nice sonra öğrendiğimde,duyduklarıma inanmakta direndim.Meğer Fatih gibi Battal Gazi'de İstanbul'u almaya gelmiş Bizans'ın elinden.Bizim Seyitgazi meğer memleketi neyim değilmiş bizim Battal'ın!!!Yıkıldım!

   Şimdi dünya tarihine merak saldım.Koyuyorum dividi'ye Boleyn Kızları'nı 16.yüzyıl İngiltere'sine şöyle bir yolculuğa çıkıyorum.8 numaralı Henry'nin ne boktan bi kral olduğunu bizim Sülüman'ın eline su bile dökemeyeceğini görüp öğreniyorum....Tarihimizi bilelim.Nerden geldik,nereye gidiyoruz.Sonra İlber Ortay'lı uyurken bile bize tarih anlatıp para kazanır.Olmaz efendim öyle.Olmaz!!
                                                                                                                            Sevgiyle
   


   

12 Ekim 2011 Çarşamba

Aşkımın kökü...

   Sevil,neş'elen!Sevme!Yanarsın!
   Nesrin Sipahioğlu'nun şan derslerinden geçtiği belli sesi,yankılandı sabahın aydınlığında.Radyo döktürüyor.Bense, güne başlamada isteksiz.Yattığım kanepeden tavanı seyrediyorum.Boşluk ne güzel!Düşünüyorum.Aşk kavramının insan hayatını nasıl da doldurduğuna şaşırıp kalıyorum.Şarkılar,filmler,kitaplar,destanlar,magazin...
   Issız Adam gibi bir filmin yönetmeni milyarder şimdi.Kadınların salya sümük ağladıkları sinema salonlarında,ben sıkıntıdan patladıydım.Sikko bi herif,bu gece hangi hatunu devirsem diye uğraş verip dururken en nihayetinde dişiler aleminin er gerzek üyesini ağına düşürmeyi başarmış,ancak bir kadına bağlanmayı aşağılık bulduğundan filmin sonunda da siktirolup gitmiştir.Kız da göt gibi ortada kalmıştır.Evet.Benim anladığım buydu filmden.Çünkü aşk bu değil.Olamaz.Çünkü aşk diye bir şey yoktur.
   Aşktan beklenen nedir?Sevmek?Sevilmek?
   Elbet,sevilmek.Sevilmek ister herkes.Tüm atraksiyon kendini sevdirme çabasıdır.Egoyu cilalamak.Karşılıksız sevmek denir ya,külliyen yalandır.Gençlik dönemlerinde kanı alevlendiren yegane unsur hormonlardır.Ve üreme,neslini sürdürme iç güdüsüdür.Neyşınıl ceografik belgesellerinde olduğu gibidir yaşam.Erkek işeyerek bölgesini belirler,dişiler itaat eder.Erkek o dişi için savaşır hemcinsleriyle.Hemde ölümüne.Sonra yavrular dünyaya gelir.Erkek gerekirse,yavrusunu bile yer.Ancak dişi ne yapar?Yavruyu korur.Doğada var olabileceği süre boyunca yavruya tüm bildiklerini öğretir.İşte bana göre,eğer aşk diye bir şey illaki olacaksa,o da annenin yavruya beslediği sonsuz ve karşılıksız olan sevgidir.Tek gerçek sevgi.Sevilmeyi beklemeden sevmek.İşte bunun adı aşk olabilir.
    Nesrin sipahioğlu,devam ediyor,bir sarı saçı okşar kanarsın, o bir gölgedir varlık sanırsın.Canı yanmış güftekarın.Tövbe etmiş ve uyarıyor,ağlama ağlat!Yoksa zehir olur bu tatlı hayat!Adam haklı.
    Çünkü,hep okşanmak,hep iltifat,hep ilgi,hep gülücükler bekleriz.Çünkü kendimiz sevmeyi denemeyiz. Çünkü tek bir sevdiğimiz vardır.Kendimiz!Kutsal aşklara yüklediğimiz anlamlar da bundandır.Sevilme,sığınma isteği.Beni sev!Beni şımart!Beni affet!Bana yardım et!Bana gel!Yıkıcı benlik iş başında.
     Oysa sevmeyi,sevebilen bir varlık olabilmeyi insan kendisine öğretebilir.Gerçekten!Zor değil.Sevmenin bir şekli vardır.Seviyorum uleen diyerek kazmayı kapıp kadının ciğerlerini döken adam da bunu aşkından,kıskançlığından,sevgisinden yaptığını iddia etmiyor mu? O zaman bu işte bir yanlışlık olmalı.
    Sevmenin şekli demiştik ya,ilk iş olarak kendine saygı duymayı öğrenmekle başlamalı.Komplekslerinden arınarak ama.Kibir ve gururu bir kenara iterek.Zaten gurur eşekte olur!(hahaha,babamın lafıydı,güzel laf ama dimi?)Sınırlar çizmeden ve karşındakini o sınırlara girmek için zorlamadan,kendi alanına yalnızca davetkar olmayı başarabilirsen sevme konusunda çok yol kat etmiş sayılırsın.Sıkmadan,boğazlamadan,kollarından sarmalayıp sarsarak beni sev,beni sev!demenin kimseye hiç bir yararı da yoktur ki,Issız Adam'daki salak kız bunu yapmak istemiştir.Ha bi de şu var;birisine kendini sevdirmek için uğraşma.Başkası olma kendin ol,böyle çok daha güzelsin durumu yani...
     Nesrin Abla şarkısını tamamladı.Sıradaki erkeğin sesi ağlak,biri bana gelsin, o da sensin.İkimiz de aşık bi tek farkla,benimki senden biraz  fazla......Oğlum o kız seni almaycek.Kapı açık,arkanı dön ve çık!Nokta...Sevgide ve sevgiyle kalın
                                                                                                                                         
                                                                                                                       
 

3 Ekim 2011 Pazartesi

Star Işığı

   Çocukluğunda bir kez olsun ,büyüdüğünde sahne ışıkları altında yıldızlaşmayı,milyonlarca hayranının  adını haykırışını hayal etmeyen var mı?Işıltılı kostümler içinde!
   Seksenli yılların başlarındaydık ki,wolkman denen aletler henüz girmişti hayatımıza. Almanya'dan gelmişti.Bendekine heves edenlerin babaları Doğubank'tan bir servet ödeyerek almışlardı.Düşünüyorum da,yirmi yıl bekleselerdi bu kadar para çıkmayacaktı ceplerinden.Şimdi zebil-ziyan!Çok para ediyor ama,bildiğin kaset-çalar.Bir yüzü bitince arka yüzü çıkarıp kendin takacaksın.Kar kulaklığı kadardı kulaklıkları.Gece otobüsle yolculuk yaparken bi takayım desen,bütün otobüs sana bakar koala sürüsü gibi.Kulaklıktaki ses izolasyonu tüm otobüse yeter.Öyle teknolojik anlayacağın.
   Sesini kısarak dinlerdim bende otobüsün camından kendimi seyredip,güzel bulmanın rehavetiyle.İşte o an başlardı,müzik eşliğinde sahne hayatım.Öyle giysiler giyer,öyle dans ederdim ki,dünya dünya olalı böyle star görmemiştir.Uçardım,uçar!İnsanlar çıldırmanın eşiğinde.Çaldığım enstrümanlara gelince;ne çalmıyorum ki?Gitarı fırlatıp,bateriye çöküyorum,doğuştan piyanistim,kemanın yayı ahenkle dans ediyor....
    Çocukluğunda buna benzer hayaller kurmanın en birinci göstergesi ''ilgi çekme''isteğiyle örtüşüyormuş.Yeni okudum.Alfred Adler;çocukta yaşamsal sorunlar.Aşağılık kompleksinin öz güvene dönüşme çabaları.Umudu,isteği,provası imiş.Vay anasını!Öyle ya,niye tesisatçı olmayı hayal etmeyiz?Ya da sütçü?Büyüyünce ne olacaksın sorusuna asırlardır çocuklar aynı cevapları verirmiş.Star,doktor,asker,öğretmen.
   Hükmetmek.Tanrı olmayı istemek.
   Kendini ispatlama çabasını elden bırakmayan,o sahneye çıkmayı başaranlarmış.Ki bu ,büyük bir hırsı da beraberinde getiriyormuş.Bir çeşit hastalık durumu.Çocuklukta yaralayıcı deneyimlermiş, bu hırs.Sahnelere çıkamasak ta,çoğundaki yıldızlaşma isteğini görürüm ben.Kendimdekini de.Eş-dost toplantılarında!Devleşen insanlar vardır.Ömrü uzun olsun,Halil Amca örneğin.Bizim bant çaları takar ve Mory Kante'nin söylediği yeke yeke'yle gaza gelir,cuş u huruş içinde dans ederdi.Oturtabilene aşk olsun!
   Zaten star ışığı olanlar hemen kendini belli eder!Öyle öz güveniyle bir ömür boyu boğuşanlar oturur, kalkamazlar.O cesaret, gelmezoğlugelmez.İster,ama yapamaz.
    Ben ne zaman vazgeçtim star olmaktan hatırlayamıyorum şimdi.Yeterince hırslanmadığıma göre normale dönmüşüm demektir.Yine de çocuklarla evde küçük gösterilere imza atmıyor değilim canım.
    Emektar bant çalarım sandıkda beklemekten işlevini yitirmiş...Onlarca kaset,kaderine terkedilmiş...Hayaller suya düşünce nesnelerin sandığı boylamasının dayanılmaz hafifliği...Ama ben şu kitapta söz edilen komplekslere takığım.Benim kompleksim neydi acaba?Neden herkese gününü göstermek istiyordum?23 Nisan şenlikleri için gösteriye hazırlayan beden eğitimi öğretmeni,yapamadığım bir hareket için çok öfkelenmiş,bütün sınıfın önünde avazı çıktığı kadar bağırmıştı.''Geri zekalı.Elli kere yaptık,hala öğrenemedin!Aptal.Salak!Defol!Çık!Kenarda bekle!''
    Çok küçüktüm.Beni star olmaya isteklendirecek, intikam planıma olsa olsa,bu aptal,geri zekalı hatta beyinsiz üstelik te çok çirkin olan bu kadın sebep olmuştur.

30 Eylül 2011 Cuma

Çalışıyorum,öyleyse varım!

  ' Bir eve bir eşek yeter' dediydi sevdiceğim,bundan yıllar yıllar önce.Konu çalışmak olunca beynimdeki inat mekanizması devreye girip, çalışmalı(yım),çalışmalı(yız) şeklinde önermeler geliştirmedi.Zira sorunlu geçmişimden midir bilmem,sırf kıllık için tutturmalarım olduğunu bizzatihi keşfetmişliğim vardır.Konu çalışmak,efor sarfiyatı,hakkını alamamak,ellenmek,gözlenmek,sinir stresse;e bi de buna halkın %50 angutluğunu eklersek çalışmamak benim özgürlüğüm olabilirdi pekala...Çünkü çalışan arkadaşlarımda bir arpa boyu yol giden olmamıştı ...Tüm bunlar kendimi çalışan kadın kategorisinden kolaylıkla soyutlamamı sağladı diyebilirim.
    İşinden memnun bir Allah kulunu tanımadım ömrümde.Emekliliği uzatanların hepsi' şu oğlanı da hayata atalım' tasasında olan gruptur ki,acınacak haldedirler.Hiç bir yaz adam gibi  tatil yapamayıp,kibrini cebine saklayan ve eş dost yazlığında çocuklarını çimdirenlerdir.İşini sevdiğinden değil,paraya olan bağımlılıktan kimse bırakamaz,ayrılamaz,emekli olamaz bu ülkede.Son yıllarda devlet sektörü modası da,geleceği garantileme hevesi,paniği,aptallığıdır bence.Kanaatim odur ki,devlete eşeği bağlasan emekli olur!Hiç bir yaratıcılık gerektirmeyen kokuşmuş kurumlarda maaş günü nakit garantisi.Bu!
     Özel sektör;ayrı bir film.Mobbing denen kavramı durduk yere kafamıza sokan insanlardan oluşan mecra.Nedir mobbing?Zorba patron,duygusal taciz,tehdit,sarkıntılık,az paraya çok süt sağmayı istemek falan.Her gece ve her sabah, her an işten kovulma korkusuyla yaşaman.Aldığın paranın devede kulak olması ve dediğim gibi düzgün bir tatili bile hak etmediğini düşünmeye başlaman.Ruhunda iflah olmaz deliklerin açılması kaçınılmazdır.Kişiliğinden her gün eksilirsin.Mutsuzsundur düpedüz.Etrafında, göt yalayıcıların bir yerlere geldiğini gördükçe uyumsuzluğun daha da büyür ve öyle bir an gelir ki,sen,kendine bile tahammül edemezsin artık.
     Sonra çalışma hayatına teşvik şöyle gelişir toplumda;'çalışmıyor musun?'sorusu ortam bok kokuyormuşcasına bir edayla sorulur.'Çalışmıyor musun?Allah belanı versin!Seni beyinsiz koca göt!!gibi açılımları vardır bu mimiklerin.Teşvik devam eder;aman boş ver,üçü beşi arama!Durduk yere 10 lira vermezler adama!Çalış!Çalış!Ekmek aslanın ağzında.Sendeki kişilik,kaç numara?İşte bu da,çok önemsiz bir ayrıntıdır.
     Toplumun çarkları hepimizi yutmuştur.Çalışma hayatı,para kazanıp karın doyurmaktan öte vardıramamıştır bizleri.Düşünen beyinleri de saman torbasına dönüştürmüştür.İşten dönen bir kişinin girdiği geçici beyin felci belirtilerinden de bu,kolaylıkla anlaşılmaktadır.Sinema okuyan satıcılar,mütercim-tercüman okuyan öğretmenler,tıp okuyan şarkıcılar,mühendislik okuyan koruma polisleri......
     Ne aradığımızı mı bilmiyoruz?Ya da elimizden alınmış hayallerle mi geldik?Sorun kimde?Lafı uzatmamayayım da sevdiceğe şükranlarımı sunayım en iyisi.Yaşam neş'emi hiç bir zaman kaybetmeme izin vermediği bu ağır çarklının dişlilerinde beni ezdirmediği için...sonsuz teşekkürler...
                                                             
    

23 Eylül 2011 Cuma

sosyetik pozlar...

     Zenginliğin nasıl bir şey olduğunu değil de,zengin insanın nasıl bir şey olduğunu merak ederim.Evlerinin şekli şemaili,havuzu,saunası,her şeyini otomatik indirip kaldıran kumandalarından ziyade,o evin içinde yaşayan kişinin dünyayı nasıl gördüğü daha ilginç gelir nedense.Zenginlik hakkında bilgim öyle derin değildir,anlamam.Zira zenginlikten anladığım tek şey yer altı zenginliklerimizdir.Para insanı nasıl bir ruh haline sokuyorsa artık bakınız çocuklarına koydukları isimler bile biz sıradan canlılarınkine benzemez.(tansa,yosun,derin,hanzade,parisgül,elitcan,terace,ferace)
     Öyle derinden tanıdığım zengin bir arkadaşım da yok analizini yapayım.Benim tanıdıklarım Anadolu kaplanları.Nöri ve Nöriye Kantar'lardan ibarettir ki,benim'' renkli hayatım''  yüz kilometre hızla sollar bu türü.Geleneksel yaşamı parayla satın alır onlar.Ne bileyim gidip bir kangal sucuk almazlar da,sucuk ucuza gelsin diye besi çiftliği falan kurarlar.Bunlarla işim yok.İlginç değiller.
     Daha çok sosyetik magazin türü  insanla ilgileniyorum.Tenis oynamadan güne başlayamayanlarla .Squash'ı bir yaşam felsefesi yapanlarla.Ülkede golf sahaları yokken uçaklarıyla İskoçya'ya bu sporu icra etmeye gidenlerle.Yanaklarına bastıkları botoksla araba tekeriyle karşılaşmış yılan gibi bakan kadınlarla.Nedense İstinye Park'ta kahve içmeden alış veriş yapamayanlarla.
     O birbirinden gösterişli davetlerde giriş kapısından giren karı-koca,sevgili ya da her neyse ilişki durumu...çiftin objektife poz verişleri örneğin,hiç sıradan değil bizim gibi.Yan durmalar,yan bakmalar,elleri cebe sokmalar,bir bacağı öne atmalar.Bizler davetde!(ki,düğünden başka davet almayız,ha bir de iftar yemeğini unutmayalım) giriş yerine çıkışta poz veririz.Böyle bardak gibi sıralanır,saçlar horon tepmekten yapışmış halde topluca gülümseriz fotoğrafçıya.Fotoğrafımızı çeken kimse adımızla ilgilenmez.Öyle ya yerel gazetede bile yayınlansa ne yazacaklar altına değil mi canım?Şehrimizin ünlü memurlarından Şahap Bayar ve güzellerler güzeli eşi mi?
       Kocasından dayak yiyerek baba evine sığınan sosyetik güzel sosyal projelere imza attı.Böyle yazdı gazete.Kadın güzel değildi ya her neyse.Zengin olması yeterli.Müzayedeler düzenledi,mağdur hemcinsleri için.Kadın şiddetine dur demeye kararlıydı.Çok acı çekti çokkkk.Sonra?TIS...Çekilen acılar,HT magazinin bir bölümünde yayınlanıp,iki çift laf edene kadardı işte.Bu kadardı!Bu kadar!
    Düşündükçe zengin olmadığıma  seviniyorum.Her gün yalıma gemi ha çartı haçarpacak diye yaşanır mı?Sonra, her daim sünnet düğününe gider gibi giyin kuşan işin yoksa.Koca göt olduğumdan her sabah tenise de gitmezdim.E gitmeyeyim de cemiyetten mi dışlanayım.O da olmaz.Bodrum sahillerinde biteviye güneşlenmek te hiç bana göre değil.Sevmem güneşlenmeyi.Herkes zenciye dönüştüğünde ben armut gibi.Olmadı.Olamaz.
     Zengin kişinin ruh hali demiştim.Merak ediyorum.Galiba zenginliğin raconu var.''orada bulunmalıyım''....Nerede? Cemiyette..Dışlanma korkusu bizim mahalle baskısından beter olmalı.Çünkü,ne zaman cemiyet haberlerine baksam,hep aynı yüzler bir aradalar..Üç kel kör kirpi.Ya da keller körler birbirini ağırlar.''ben bu kadar parayı ne yapacağım''problemini çözüyorlar galiba.Çözmüş gibi de durmuyorlar ama.
       Daha fazla çenemi yormadan şunu söyleyeyim;sevgili zengin kardeş,
      Öyle mal gibi dolanıp duracağına,git belediyelerle anlaş,çocuklar için bir oyun sahası falan yaptır!Ya da tenis,yüzme havuzu.Giriş paralı olmayacak ama.Gerçi cemiyetindeki feraceler seni dışlar ama ,toplum kazanmış olur sayende...nasıl fikir  ama???Ya da gidin evinize oturun,komik olduğunuzu söyleyen bir danışmanınız falan yok mu kuzum?

                                                                                                                  sevgiyle
   

20 Eylül 2011 Salı

pozitif tınılar yaratmak

    Eğer doğru besini  verirsen yaşam her yerden fışkırır, dedi.Unutma,tarlanda akan bilinç deresinin kaynağı bilinmeyenlerle beslenir.Fiziksel koordinasyonun öylesine kusursuzken neden bir sakat gibi davranmayı seçiyorsun, anlamıyorum.Doğrusu bu ya ben de anlamıyorum.Belki de tam kapasite'' var olmamı'' gerektirecek  bir yaşam dinamiği oluşturamamışımdır.( gerçi yaşam dinamiği ne demek,onu da bilmiyorum )
    Ve devam etti;yıkıcı değişim ve uyanışlarda,altındaki zemin kayacak korkma!(Bu cümle de Orhan Veli'nin,Gemlik'e giderken ''birazdan denizi göreceksin sakın şaşırma''sözlerini çağrıştırdı nedense.Yenilerde inşaa edilen,yapay varyantlı,dön dön bitmeyen,adamda tansiyon diye bir şey bırakmayan çok katlı AVM otoparklarında da buna benzer uyarı cümleleri var .Az kaldı,dayan,sık dişini,çok katlı otoparktan korkma yürü gibilerinden.
     Ne demişti?Korkma!Pozitif tınılar yaratmak ancak sarsıcı değişimlerin ardından kulağa çalınır.Bunu sen de biliyorsun!Evet biliyorum ,n'olmuş?
     Sol kaşını kaldırarak devam etti sözlerine.''Suyun üstündeki nilüferler aydınlanmanın lotus çiçekleridir.Su her zaman olmalı.Kişiliğin kılıç gibidir.Güçlü.Kılıç yıkıcı değildir!Yanlış yerde ve elde korku verir sadece.Sen yanlış el değilsin!O kılıcı sandığa kilitleyebilir ya da topluma rağmen elinde tutabilir ve her şeyi parçalayabilirsin.''
     Ne güzel konuşuyor bu kadın!Hele kişilik özelliklerime abartılı vurgular yüklemesi iyiden iyiye havaya sokmuştu beni.Konferans verebilecek akıcılıkta bir diksiyon ve göz teması kurabilme yeteneği.Ama yalnızız odada.İkimiz.Seansımız tek kişilik.Tarot kartlarına konsantre olmuş bir falcı.Sonradan öğrendiğime göre,memleketimizin seçkin üniversitelerinden birini bitirmekle kalmamış bu kadın,ekonomi dalında master attırmayı ihmal etmemiş!Dolu bir şahsiyet! Falcılık yapmaya sürükleyen ruh halini anlamaya çalışmayacağım hiç.
    Ne demeli,dinime küfreden müslüman olsa bari...Bu kadar eğitimi eşeğe versem o da falcı olur ablacığım.Aş kendini,kaldır kıçını demek vardı ki,giden 100 kağıdıma yanmaktan ''la''diyecek gücüm kalmamıştı..Benim gibi kerizleri denk getirme konusunda uzman olduğu kesindi.Çünkü,yalnız gitmemiştim.Üstelik bekleme salonunda bekleyen onlarca müşterisi vardı.Kısa günün karıyla dolu bir iş.Bu kadın hayatı başarmış mı?Ben mi salağım?Anlayan varsa anlatsın. 
                                                                                                                    sevgiyle

     

15 Eylül 2011 Perşembe

tiki concon

   Kavimler göçü esnasında hangi genetik aşınmalara maruz kalındı da bu ''tiki''dediğimiz insan güruhu türedi?Fakat görüşüm odur ki,mevsime aykırı giyinmekten nesilleri giderek tükenecektir..Her yaştan ve cinsiyetten tikiyle yaşıyoruz elbet,ancak beni en çok genç tikiler cezbetmektedir.Türkçede bunları ne karşılıyor?Süslü?Kokoş?Bulamıyorum.Yok,tiki en yakışanı galiba.Ama toplumun her katmanına aktığı için kavram,ben bir genelleme yapacağım bu tanıma;zenginliğe özenme,konfor ve marka tutkusu var içeriğinde sanırım.Ancak tikilik bir duruş,bir yaşam biçimi halini aldığından her sınıfta karşılığını,kişisini bulmuş ve belki de zengini fakirden ayıran  da bir çizgi yakalamıştır.Her sınıfın tikisi kendine....
     Bir gencin sahip olduğu şeyler ayağına giydiği o kaba saba çizmelerden,burberry fulardan,parfümden(özellikle weekend çoşmuştur çosturmuştur),zara, mango,berska,blackburry telefon ve fotolara verdikleri pozlardan ibaret olamaz.Konuşurken hangi alfabeyi kullandıklarını anlayan varsa anlatsın.Elf alfabesi!''fatal yane,direkt yivrençç'',''dehşebilite ortam yıkılıyoo'',''caddeye akalım tatliş'',''ziyan bi tip ashk falan yane'',''starbucksım geldi''.Ha bir de, oha falan olmak en vazgeçilmez cümleleri.Anlayabilene dahası katlanabilene aşkolsun!
    Hayatımıza renk kattıkları doğru.Ama onların renkli mi hayatları,şüphelerim var.Çünkü çabuk sıkılıyorlar.Ortamlara akmak.....
    Paris Hilton,Helin Avşar,Demet Akalın olmasa n'apardık?Toplumsal,evrensel sorunlar yerine ilgi odağı yalnızca kendileriyle ilgilenmek olan  bu insan türünün geleceği hakkında ne düşüneceğimi bilemiyorum.Biraz kitap okusalar...çekiciliğin fizik görüntüyle değil de beynin elde edebileceği bir edinim olduğunu kavrayabilseler keşke...
     Yalnız havalı,güzel giyinmeyi seven insanlarla da karıştırmayalım...Kendine has tarzın kişisi olmak,birilerinin fotoğraflarına bakıp aynılarını üzerine geçirmekten çok başka bir şeydir.Fakat arz-talep esası kadın erkek ilişkilerinde de büyük rol oynadığına göre,bu tayfanın hangi arzı karşıladığını da merak etmiyor değilim.....
      Bir an önce tikilik denen yoldan dönsünler yoksa daha çookk mollped reklamına konu olurlar.Nokta.

14 Eylül 2011 Çarşamba

dizi manyaklığı..

   Saatlerce dizi filme konsantre olabilen insanlara özel bir hayranlık duyuyorum.Bıkmadan.Usanmadan.Yüreği daralmadan.O kızların bahçe hortumuyla gırtlaklanılası ağlama zırıltılarına dayanabildikleri için.Saygı duyuyorum.Ruhsuz,etsiz kemiksiz,dişilikten uzak, rol  yapamamalarına bile ellerinde olsa oskar  verecekleri için takdir ediyorum ben bu seyirci kitlesini.Yıllarca süren kıitpiyoz bir öykünün peşini bırakmamaktaki kararlılıkları için,ne kadar hayranlık beslesem az .
   Yıllar yıllar önce Maria Mercedes'ler vardı.Ben diyeyim150,sen de 200,yalanıyla 500 bölüm.İzlemeye doyamazsın.Juan Carlos'la yatar sürtük!hamile kalır.Şaşkınlıktan küçük dilini yutar.100 bölüm hamile gezer.Çocuk doğar.Doğum esnasında kaybolur.Babasını bilmeden büyüdüğü gibi,anasını da bilmez yavrucak.Vay arkadaş,böyle talih mi olur?Ablam Maria Mercedes gibi davranmaya başlamıştı.Hamileliğini epey gizlediydi enişteden,sırf adrenalin olsun diye....
    Hele Ezel'i seyrederken yanında not defteri taşımayıp kayıt tutmazsan kaçırdın ki,o kadar olur.Bitti de kurtulduk.Ali Kaptan'ın şizofren tutarsızlığına hala iç geçirip'aynı benimki'diyen kadın güruhu asla adam olmaz ve olmayacak.Bir diziye kapağı atan kadro işi bozulunca başka bir diziye yine kadro olarak geçmiyorlar mı,sürmenaj düzeyim artıyor,inanır mısınız?Çarşıya yalnız çıkamayan kadınlar gibi.Bunlarda yalnız oynayamıyorlar.
    Tutucu kanallara iş yapan ekiplerin,o rüküşlük şöleni giysilere verdiği paraya acıyorum.Somali'de kaç çocuk doyar?
    Üç kuruş para kazanınca götü kalkan oyuncuların,iyi projelerde yer almak istiyorumlu röportaj vermeleri...bakalım iyi projeler seni isteyecek mi?Daha geçen yıl on beşinci yan roldeydin..N'oldu görüşmeyeli?Hep bir ahbap-çavuş ilişkisi.Ekip, diziden biraz para kazanınca aynı yüzlerle film çevirmeler.Tek filmlik fısıltı gazetesi reklamıyla oyuncu sıfatına bürünenler... şunu söylemek isterim;tercih edileceğiniz kitleyi iyi belirleyin..Salak subuk işleri alkışlayanlar,oynayanı değil,oynatıcıyı alkışlayanlardır...Sapla samanı ayırt edemez onlar...İlgileri çabuk dağılır...Magazin malzemesi olmazsan işini bitirir...hiç acıması yoktur...japon balığı gibi ne versen yer...ama sadece yer,algılamaz...akvaryuma atılan yem olduğunu unutmamalı...gelecek için bir şeyler yapmalı...ya da şu Kuzey-Güney'i mi seyretsem?.....Hazır manyaklaşmışken eskiden jack vardı,dallas vardı,küçük ev vardı..onları da güncelleyin de darılmasınlar...

11 Eylül 2011 Pazar

Kedi ruhu

     Keşke diyorum, kedilerin ruhunu biraz örnek alabilsek.Arkadaşımın kedisini izliyorum günlerdir.Gerçek bir dişi!Deforme olmamış,yabanıl ve içten, yüksek bir ruh.Kedi ruhlu kadın!Kadınlar.Evet hayalim budur.Kadınların bir gün dişi kedileri anlamaları.
     Sahipleriyle yaşadığı evin tek hakimi.Herkes figür o başrol.Sevilmeyi değil,sevmeyi seven şirin yaratıklar.Sevmesini istediği insanın yanına sokulup mışıl mışıl uyuyor yalnızca.Resmen hissediyor bunu.Sevgideki güveni.Kim gerçek kim sahte.Anlayabiliyor ne garip.Dünya onun etrafında dönüyor.Yabancı bir eve götürüldüğünde bile o evin efendisi olmayı başarabiliyor.Mağrur.Müdanasız.Her an terk etmeye hazır.Kolay bağışlamayan,kindar ve özgür ruh uçuşta.Asla tersine okşamaman gereken tüyler.İstekleri yerine gelmediğinde gözdağı vermekten aldığı keyifle sinsice ulaşılan emeller.Gözüne kestirdiği hedef ne olursa olsun yolundan dönmesi imkansızdır.Yemek ve konforla asla satın alamazsınız.Uyku ve güvenle belki.Kötüleri kokularından bilir.Çünkü kötüler kötü kokar.Tehlikeyi önceden sezecek kadar duyarlıdır.Evine aşık,evinin koruyucusu ve bekçisidir.Oyuncak olmaz ancak oyuna bayılır.
      Tüm bu özellikler insan  dişilerde de olsaydı ne güzel olurdu.Geçen yıl gittiğim  hastane aciline dayaktan bilincini yitirmiş olarak bir kadın getirilmişti.Saatler sonra durumu normale döndüğünde şikayetçi bile olmamış,üstelik gözü kapıda o adamın yolunu beklemişti.Her şeyden biraz yaşamak için çöpe atılan hayatlar...Biraz konfor,biraz güven,biraz sevgi...
       
Keşke kedileri anlayabilseydik...Adı neydi arkadaşımın kedisinin?Pıtır.Gerçek dişi.....
                                                                                                                              sevgiyle....