Hakkımda

Fotoğrafım
hiçbir zaman eşkenar üçgenin dik açılarının toplamı ilgimi çekmedi.İlgimi çeken tek şey aramızda sinsice yaşayan pezevenklerdi....

20 Kasım 2014 Perşembe

Uğraştırma beni

   Sen onu bunu bırak ta söyle, en son kaça olur? 250 ye ver gideyim. Uğraştırma! Hadi! Tamam mı, hadi! Oldu oldu! Kaça alıyon ki kaça satıyon? Bi seferlik kazanmayıver!
   Lan ne pazarlıkçı milletiz anam ya! Kadın dükkan sahibinin ortağı sanki. İnadından yüzünün rabbiyesi silinmiş nursuzun. Bak! Cüzdanını açıyor sanki bakmak isteyen varmış gibi. Son param! Hadi inat etme! Ver de gideyim. Yok efendim, kurtarmaz. Bizde pazarlık olmaz  gibisinden  çaresiz cümleler kursa bile, dükkan sahibi de nasıl bir manyakla karşı karşıya olduğunun farkında.
   Ufacık  turşucuk tipli kadın, bu lambayı almadan giderse bir canavara dönüşeceğinin sinyallerini veriyor. Korkuyorum. Kocam maliyede çalışıyor. Tanır mısın acaba? Timuçin.  Dükkan sahibi zavallı, kafasını sallıyor. Tanıyamadım. Demek olmaz diyosun! Olmaz hanfendicim! Tamam 275 olsun! Hanfendi bu avizenin fiyatı 650 lira. Hadi sizin güzel hatırınız için 600 olsun! Fakat 275!..            Dükkan sahibi üstünlüğü ele geçirdiğini anlayınca sofradan yeni kalkmış aristokrat gibi yanağının içinde dilini gezdirip, ellerini ovuşturuyor.
    Bir türlü araya giremiyorum. Altı üstü led ampul alma niyetindeyim. 
    Madem sizde pazarlık mazarlık  yok ta, benim hatırım nerden senin güzelin oluyo? Ha! Terbiyesiz adam! Şakirt kılıklı dükkan sahibinin bu saçmalıkları hakettiğini düşünmeye başlıyorum. U dönüş için geç kaldı andaval. O sırada varlığımı farkediyor ve olur  mu ama hanfendicim, diye bana soruyor belermiş gözleriyle. Yandaşı olmayacağım. E olur diyorum. Güzel hatır madem var! Çiğ tavuk  yedirtirmiş! Kadın birden kardeşimmiş gibi tavırlar sergilemeye başlıyor. Canım benim! İyi ki buradasın!
   İkisini birden dövmek istiyorum. İçeride mi dövsem, kapıya mı çekip dövsem?
   Nihayet adam 300 e razı oldu. Alış verişin sonunda her iki tarafta mutsuzluk, kazıklanmışlık duygusundan eser yok. Aksine ben kendimi aldatılmış, kazıklanmış hissettim iyi mi? Nihayet şakirt dükkancı bana döndü ve buyrun hanfendicim diyebildi. Led ampul alacaktım, vaz geçtim. Çeşitlerimizi bir görün! 35 lira ama size 20 liraya olur. Hem çok ekonomik ampuller bunlar. Yok almayayım! Dükkandan çıkarken adam arkamdan bağırıyordu, akşam pazarı, hadi 15 e bırakayım.
    Yapmayın olum böyle pazarlık!
     Kime ve hangi mecraya güveneceğim? Şakülüm kayıyo benim!
     Şimdi bunun adı hırsızlık değil mi yani? Karşılıklı çalıp duruyorken taraflar, sen neyin borusunu üflüyosun?
     Bak hırsıza hırsız demek hala suç değil. Değil ama, kimin eli kimin cebinde, o da belli değil...
     Alış verişte kimse birbirine inanmaz ve herkes kendi yasasını yazarsa, hırsızlık tabii en gözde statülerden biri olur. Değil mi canım kardeşim? İyi ki varsın! Muckkss..Sevgi pıtırcığım benim...
    



   
    
   
   

19 Kasım 2014 Çarşamba

Sokakta


    Kimsesiz ve evsiz bir adam. Parklara bankları koyanlara duacı, sokak hayvanları için kapısına su bırakanlara ise minnettar.
      Bacaların yakıt kokusu genzini yakmıyor nicedir. Akşamın soğuğu çökecek. Geceleri neyse de, sabaha karşı kemiklerini sızlatıyor meret. Ayaz, anasını başka karılarla aldatan babası gibidir insanın. Dirençli öfkesine seni kurban ederken, orospusundan olan gürbüz çocuklarını her zaman güven içinde bırakır, ilişmez.  Kaldırımdan gelip geçen ayaklar telaşlı. Telaşa mahal yok be! Hepimizin gideceği yer belli!  Hem çalacak bir kapın yoksa  n'olmuş ki? Dünya, kendisini bekleyenlerin varlığından emin aptallarla dolu. Sırf bu yüzden boşver! Koşma! Sakin ! Tadını çıkara çıkara...Bekleyen kimse yok!

       İçine girmeyi unuttuğu bir sığınağı vardı, ama  neredeydi!
     Belki bir kadının sıcak memeleri. Belki ağlayan bir bebenin öksürük kokan nefesi. Belki de ara sıra barakasını paylaştığı bir dostun gözlerindeki emniyet. Kim bilir?

     Evet hanımefendiler, beyefendiler...sokakta yaşamak demiştik en son ! Bedeni ve elbiseleri kirlenmeye başladığında zihninin ve düşüncelerinin de kirlenmeye başladığını sanmıştı diğerleri. Pasak içinde kaldığındaysa tümden hayatlarından çıkarmakta bir beis görmemişlerdi. Oysa  kirli işler, cinayetler ve iki yüzlü ilişkiler içeriye aitti. Görüyordu pencere aralarından. Sokak öyle mi? Değil! Sokak özgürlük. Sokak, vatandaşlık numaranı  ezberlememe özgürlüğü. Sokak, nüfustan, tapudan, vergiden, insanlıktan, babalıktan düşürüverme özgürlüğü. Dahası sokak, hesap vermeme özgürlüğüdür.  E başka ne istesin hayattan?

        Gecelemeye hastane acillerinin üstüne yoktur. Hasta yakını gibi sıvışmayı başarırsan sıcacık koltuklarda bey gibi uyku çekersin. O zaman da şehrin bütün hastane acillerini sıraya koyarsın. Elbiseler  kokmaya, kafanda bitler cirit atmaya başladı mı biletin kesilir. Kovulursun her yerden. Bir de uzatılan beleş yemekler. Sen sokak oldukça, önüne atılan yemeklerde sokaklaşır.

      En mutsuz gününü geçiren  biri ona bakarak mutlu olmaya çalıştı. Bu adamın  yaşadığı, 'daha kötü hayatı'  mutluluk masasına meze yapacak kadar insafsızdır böyleleri.  ' Bekleyenler ' inin  açtığı kapının ardında onu düşünüp temiz bir uyku çekecek, güven içinde. Öyle sansın dingil!

          Sokağın hiyerarşisi yok diyen hata yapar. Her zaman  sığınaklara hükmeden derebeyleri vardır. Sıcak bir hastane acilinde uyumak için rüşvet vermek gerekir. Olsun! Bedel ödemek var bu kitapta. Ha evde ha sokakta. Fark etmez. Ödersin!

     Seçim otobüsleri insanların güvenliğini sağlamaya aday olduklarını bangırdatıyor. Seçilen şarkılara burun büktü. Ama bangır bangır çalan şarkıdan çok dağıtılacak kumanya ilgilendiriyor onu. Yerlere atılan parti bayrakları bi boka yaramaz. Ne ısıtır ne doyurur. İyisi mi, kumanya için tekrar tekrar sıraya girmeli. Dün özgürlükçü olduğunu savunan parti simit dağıttı. Bugün adaletçi olduğunu savunan ekmek arası patates...Yarın ki? Leblebi tozu belki...Nasılsa oyum hepsine.

         Sokağın en güzel yanı kimsesiz oluşu. Mekana ait olmayı kim uydurdu? Sahip olduğumuz tek gerçeklik var. O da zaman. Değil mi çok değerli kişiler?

           Sen liman sandığın yere tekrar bak bakalım, seni gerçekten bekleyen bir ses bir nefes var mıymış? Yoksa üzülme. Sokak geniş. Tıpkı  sokağın bütün pisliği tırnak aralarına dolmuş bu adam gibi...hepimize yer var orada....

               Tam kumanya sırasına girecekken bir berber esnafı seslendi, hey dilenci dükkanın önünü kapama çekil şöyle.
 




                                                                                                               sevgiyle

15 Ekim 2014 Çarşamba

Kahırlanıyorum

 Kahırlanıyorum !
 Öylesine, bile isteye. Boş boş...Kahırlandıkça  kahırlanıyorum!
 Belkide  o kadar  boş değildir. Bilmiyorum! Kahır işte  adı üstünde,  basıyor  durduk yere.
 Kahırlandıkça bi  cigara yakıyorum.
 2023' e kadar da bırakmayı falan  düşünmüyorum canlarım!
  İstiyorum ki  herkes kahırlansın!

 Ben çocuktum... babam ' ajans haberleri' ni dinlerdi radyodan. Böyle kahırlanmazdı  adam! Ki, ne  hinlikler, ne alavereler - dalavereler dönerdi memlekette. Ne armudun sapları ne üzümün çöpleri  batardı milletin kıçına da...yine de böyle, benim kahırlandığım gibi kahırlanmazdı.  Küçük çay  bardağına rakısını yapar, büyücek  bi tepsiye nevaleyi  dizer, Müzeyyen'le, Hamiyet'le  mutlu olurdu  adam  lan!  Anamla gıybetin dibine vururlar, muhabbetlerinden  çıkan  şen kahkahalarla orta  kulak iltihabı olurdum yeminle. Pürneşe hayat vardı damımızın altında. Aybaşında aldığı 3 kuruş  maaşıyla Vehbi Koç olurdu !  Bize neler  yedireceğini, gezmelere nerelere  götüreceğini sapıtır- şaşırırdı.

Banka kredisi  algıları hiç yoktu mesela. Onlar için banka yalnızca camdan bir kumbaraydı. İnsanlar aşktan atarlardı kendilerini köprüden , banka kredilerinden değil.

 Birbirleriyle tatlı talı sohbetler ederlerdi  nezaketi hiç elden bırakmadan. Temiz pak yüzleri, sesleri, yaşamları vardı.

Memleket meselelerine  bu kadar kahretmezdi  insanlar. Neden? Bilmiyorum valla! Sosyolojik olarak araştırılsınlar!  Neden bu kadar mutluymuşlar?

Benim kahırlanmam için ne çok sebep var oysa ki.

Hastanedeyim sıramı  bekliyorum mesela örneğin misal olarak, benimle birlikte bekleyen hastaların konuşmalarından zerre anlamıyorum lan!  Türkiye'nin hangi  ağızı,  hangi lehçesi? Çığlıklar ve homurtular senfonisi. Ya budu nede ganar. Gılıgılıgılı heyy! dediğinde bir kadın diğeri başını sallıyor, mantıklı bulduğu için. Erkekler de  tabii... Öoyf  doho galdıo  höoooogğğfff. Vallahi böyle. Eksiği var fazlası yok. Sıra bana geldiğinde içeride bekleyen doktor evlere şenlik. Hipokrata yeminini götüyle etmiş. Belli. Evet nedir? O arada telefonu çalar, hımm, tamam canım sen nasıl istersen....  Sana döner ve şu tahlilleri yaptır, gel! der. Hangi birine kahırlanayım? Ama daha da çok milletin  sağlık reformu ayağına kazıklanmasına kahır biriktiriyorum galiba. Özel hastanedeysen sıçtın! Girişte 50 tl mi olur 100 tl mi olur; artık o hastane yönetimine kalmış, katılım payı diye bi şey ödedin mi? Aferin! Öde! Bitti mi? Tabii ki hayır bebişim! Envai, çeşit emar var. Seç beğen al!  İşler kesatsa, kurumun ödemediklerinden yazıverir doktorun sana laf mı? Sonracıma türlü türlü kan tahlilleri, mutlak kurumun ödemedikleri mevcut. Kurum bir tek sinek sokmalarına bakıyor zannımca. Hele acile düştüysen! Allah rahmet eylesin insanlığa! Hem paranla rezil olur, hem sinirden sana layık görülen muameleye çıldırırsın! Devlet ve üniversite hastaneleri hiç olmazsa böylesine kazıklanmadığımız  için tercih sebebi olabilir. Ama buralara da sağlam girip hasta çıkma  riski büyük!

Anam rahmetli,Haydarpaşa Numune Hastanesine sabahtan gider, öğlene kadar bekler, muayenesini olur, eve dönünce tam bir hafta doktorun ona söylediklerini anlatarak kafamızı s.kerdi. Doktoru adeta onun manevi evladı gibiydi. Ne sözünden çıkar, ne güveni sarsılırdı. Sıra beklerken kurduğu dostlukları vardı lan! O teyzelerle görüşür, sosyalleşirlerdi.  Birbirlerinin dilini  anlar,hayat hikayelerini paylaşırlardı.

Bilmem anlatabildim mi? Aynı dili konuşmuyoruz artık. Ben bunu  hastanelerde daha çok hissediyorum.

Amaç? Geçmişe övgü dolu gönderme yapmak değil.

 Gündelik yaşamın o hayattan çok şey beklemeyen, sidik yarıştırmayan, karşısınndakini değersizleştirmek için uykuların kaçıp planların kurulmadığı ve fesadın baş rol oynamadığı safiyane ruhlara karşı duyulan kıskançlık belki de....

Ama yine de araştırılsınlar, bakalım neden bu kadar mutluymuşlar? Ben kahırlanmaya devam edeyim...


                                                                                                                 sevgiyle






  

30 Haziran 2014 Pazartesi

Cinsel İçerik

Cinsel içerikli bir yazı yazayım da reytingim yükselsin!
İçeriği gündelik çerez konulara devam niteliği olan bazı yazılarım sırf başlıklarından dolayı daha çok okunmuş!
Yalnızca  başlıklar... Başlıklar masum olmasına masum da , yalnızca  belki, cinsel içeriktir  zannıyla tıklanmışlar.  Aşk, sevgi, seks  gibi çağrışımcı  ifadelere yer vermişim.
 Düşündüm de;
Başlıkla yetinmeyelim , içeriği de dolduralım. Yazık olmasın  tıklayan o parmaklara.
Ne gariptir ki, cinsellik deyince Haydar Dümen abimizi düşünmeden edemiyorum. Ülkenin en zeki adamı bence. İyi yere tezgah açmış usta! Hazır ve sürekli bir pazardan daima beslenecek. Kıskanılası!
Tezgah deyince, dünyaya hizmet veren porno sitelerinin,  Türkiye'de  erişim engellendiğinde aşındırmadık kapı, çalmadık düdük bırakmadığını biliyor muydun? Adamlar resmen iflasın eşiğine gelmişler yahu! Ülkemiz adeta bir pınar bu gibi siteler için, görüyorsun değil mi?
Cinselliği çok talep edilir kılan nedir? Çok azgın bir toplum olduğumuzu mu anlamalıyız talep sözcüğünden?
Ben neslim gereği, cinselliği toptan aganigi  naganigi şeklinde öğrendiğimden bu soruları cevaplayamayacağım ne yazık!
Nedir aganigi naganigi? derhal açıklıyorum;
Fındık üretiminin, yeterli tüketim olmadığında  gelip dayandığı nokta olabilir!
İşi götürmek olabilir!
Melahat Teyze'nin gençliğinde hepimizin ağzını açıkta bırakan vamp kadın öyküleri olabilir!
Üreme  organlarının  isimleriyle öfke kusup, kavgayı  küfürle taçlandırmak olabilir!
Küfür dediğimiz tüm sözcükler olabilir!
Sevdiği, hoşlandığı kişi olabilir!
Yine aynı kişiyle geçirilen zaman olabilir!
Eş dost sohbetlerinde anlatılan anekdotlar, fıkralar olabilir! vs.
Umarım anlaşılır olmuştur!!
İşte böyle! Biz kapalı kutuları açmayı seven ama bir türlü açamayan  insanlarız.
Bir konferansta  ülkenin önde gelen Kadın Sağlığı  Uzmanlarından   dr.X, vajen kelimesinin türkçesini telaffuz edecek var mı diye sormuştu. Ben dahil öyle bi babayiğit çıkmadıydı içimizden. Ihıhıhıhıhı! Görüyorsunuz değil mi, öylesine aşağılık ve utanç yüklenmiş organlarınızı kendi dilinizde bile anlatamıyorsunuz  diyerek devam etmişti sözlerine.
Aslında bu noktada ben bu organlara artık başka isimler vermeyi öneriyorum. Yeterince kirlettik anlamlarını.
Dur,aklıma gelmişken şu fıkrayı da araya sıkıştırmadan geçmeyeyim! Aklıma geldikçe güldürür beni. Kahramanımız  Temel tabi ki de.Şöyle;
Bizim Temel yazdığı romanı hevesle alıp yayınevine götürür. Yayınevi sahibi henüz bir satır bile okumadan  kitabın ismini gözüyle işaret edip, bu ne Temel, diye sorar. Fadime'nin Rüyası, der Temel. I-Ih bu isimde bir roman satmaz. E ama Fadime'nin aşkı, hayatı diye geveleyecek olsa da, adam onu susturur. Romanına öyle bir isim bulmalısın ki, içinde hem gizem hem din  hem de cinsellik olsun! Temel iki gün sonra yine çıkar gelir. Romanına güzel bir isim buldun mu diye soran adama, hem de çok güzel bir isim buldum. İçinde hem din hem gizem hem de cinsellik var. Söyle bakalım! Romanımın adı,  Allah Allah, Fadime'yi kim s..ti?
İşte bizim aganigilerimiz böyle şeylerdi. Bizden öncekileri düşünürsek hiç fena değiliz aslında. Yok yok şaka. En fiyasko kuşak olduğumuza inanıyorum. Aşka ve cinselliğe  rekabeti sokacak kadar bayağılaştığımızı düşünüyorum örneğin. Tek gecelik aşk ne lan?
Viagra ölümlerine hiç girmeyelim şimdi.Üstelik genç ölümler olduğunu söylemeyelim ki, insanların huzuru kaçmasın. Cinsel suçlara da girmeyeliim. Cinselliğin  korkunç bir  ahlaksızlık algılandığı   toplumda 12 yaşındaki çocuğu evlendirmek suretiyle cinselliğinin  meşrulaştırıldığını da anmayalım burada. Aktif cinsel hayatın ' çok kazançlı ' porno sitelerinden yalan yanlış öğrenilmesiyle lise ve hatta ortaokul sıralarına gerilediğinden bahsetmeyelim de ebeveyn dediğimiz üç maymun tatlı uykusundan uyanmasın.

Dikkatleri cinsellikle çekip, altına verilmek istenen mesajı veren kişi, doğa, hayvanlar, insan hakları  bıdı bıdı....yaparsa iyi olur.

Cinselliğini yaşa be dostum! Yaşa ki, çocuğun senden örnek alsın!Gülmek , küfretmek, birisini tongaya düşürmek için farklı argümanlar toplamalı. Cinsel kimliği kusurlu insanlarız vesselam!
Neyse yeterince cinsel içerikle doldurdum ortamı..Bir daha ki sefere hayal dünyanı da zorlayacağım haberin ola..
Serumdan zehri damarlarına yavaşça zerkedeceğim!

Duruma uygun bir şarkı, buyrun dinleyin..












22 Haziran 2014 Pazar

Çok güldük başımıza bi şey gelecek!

      Her şey çok güzel başlamıştı. Su kadar berrak kalkmıştım yataktan o sabah.  Bahçelerden bahar, balkonlardan hayat akıyordu.  Naftalin kokan   tişörtler, şortlar, askılı elbiseler çoktan  çıkmıştı yatak bazalarından. Sarmaşık güllerin  gölgesinde  cigaramı    zevkle ciğerlerime  çektim. Demini almış mis gibi ot kokulu çayım.  Bir kere değil, tam üç kere .  Biri sarı gül şerefine , diğeri pembe güle, sonuncusunu da, bu kadar tatlı bir insan  olduğum için, kendime!
      Çay faslı zevk-i sefa ruh haliyle sürerken, G aradı. Koltuk kumaşı almaya gider miymişiz birlikte? İspirto moru kumaşta oturmayı çekiyormuş canı! Üzmem seni, gelirim. İnşallah temennileriyle keyfi evde bıraktık. Vardık kumaşçıya. Aa bulmayalım mı? Bulduk! Fabrikaya sipariş versek, gönüllerdeki  mor rengi çıkartamazdı. Olur da, bu kadar olur! Ohh, fiyatı da iyi! Hayalindeki  tasarımı  çarşıda-pazarda arayıp arayıp bulamayanlar  anlar ancak aradığını  bulmanın dayanılmaz mutluluğunu.
        Sonra iki kadının yola çıkınca, dünya yansa yine de yapacağı şeyi yaptık. Pazara gittik. Neden sosyete pazarı diyorlar anlamıyorum, bi türlü   kendimi sosyete hissedemiyorum. Günümüz kadını pazardan ucuza denklediği  giysinin  pazar malı olduğuna inanmasın ister  tüm insanlık! O gururla pazardan aldığını söyleyecek, sen, hayatta inanmamm!! diyeceksin ki racon yerine otursun.  Bizde mıncıkladık tezgahları. Ancak sosyete dişisinden  ziyade, kutup ayısı dişisi gibi davranıyorduk. İtiş kakış. İzdiham. Kavga. Mazo eğilimler had safhada. Verir misin kardeşim, önce benim elimdeydi. Bırak! Ver! Neyse, bütün tezgahlarda  5 liraya satılan tişörtü 10 liraya aldığımızı fark ettiğimizde güldük tabii. Ama bak marka etiketini kesmişler! Marka bizimkiler! 5 liralıklar taklitti! Karlıyız, dedik.  Başımıza gelecek var! Çok güldük  bak ! Pazar pazar olalı böyle iki salak müşteri görmemiştir.
          G'ye telefon geldi. Hadi çayı koydum, gözlemeler, börekler-çörekler yaptım, hemen gelin! Bekliyorum.  Gidelim mi? Gidelim! E zaten ' kot' gezdiriyoruz sabah beri. Hadi paketleri eve bırakalım. F'yi bekletmeyelim.  Öyle de yaptık. Güle zıplaya çay davetine icabet edeceğiz.
         Daha mahalleden  çıkmamıştık ki, bir feryat koptu. Nereden kimden geliyor diye bakındık. Sesin geldiği yöne doğru hızlandık. Sonra komşu T'yi  gördük. Tabureye  oturmuş, dövünüyor. Etrafında gözleri kızarık insanlar. Yanına vardık. Kollarını kavradım. T Hanım, n'oldu allahını seversen? Neden ağlıyorsun. Polis arabasını da fark etmiştim. Kadını sarsarak, ne olduğunu öğrenmeye çalışıyordum. Evine hırsız girdiğini düşünüyordum. Sonra T başını yerden kaldırdı, sustu ve gözlerime bakarak, oğlum öldü! Oğlum öldü! Oğluummm!  diyerek çığlıklandı. Öyle bir haykırıştı ki , olmayan öd kesem patladı . Öyle bir haykırıştı ki, kulaklarım tıkandı. Öyle bir haykırıştı ki, utanç duydum.  Dondum. Ne diyeceğimi bilemedim. Ne denir? Acısından kıvranan bir anneye ne denir? O artık yarı ölü bir insan. Hele bir de çocuğu, kendini tavan arasında asmışsa.  Cesaret edemedik acısını teselli etmeye.
         Tabii T'den sonra bizde iptal olduk. Ruhumuz yani.  F'ye gittik gitmesine de, nereye gittiğimizi  bilmeden. G' ile konuşamadık bile. İyi ki de  F'ye gittik. Yolda  yaşadıklarımızı tekrar tekrar anlatmamızı dinledi sabırla. Çaylar, şerbetler ikram etti ısrarla. Darılırım bak yemezseniz!  Zamanın en iyi ilaç olduğunu söylerler ya, yok be.! En iyi ilaç gülen bir yüz.
           Kendine benden önce gelen G, hadi akşam es es'in maçına gidelim dedi. İki höykürür deşarj oluruz. Çok mantıklı! Kalabalığın içinde sesim  kaybolsun  istiyorum. Zafer duygusu bana iyi gelsin istiyorum. Şahit olduğum acı yok olsun istiyorum. Giydik es es formalarımızı. Yola revan olduk. Bağırdık, çığırdık, hopladık, zıpladık...Kalabalık iyi geldi ama..
           Sen, es es yenilmesin mi? Yenildi. Hay bin kunduz. İlk kez bir  maç izledim ve tuttuğum takım yenildi. Daha ne isterim ki bu hayattan? G'nin eşi olan  saygıdeğer hocam A ( O bir es es hastası ) ve benim ufaklık B (Onu da es es hastası yapmaya uğraşıyorlar) ile dönüş yolunda, omuzlarımız düşük otobüs durağına yürüdük. Onca kalabalık nereye gitti? Bekle babam bekle otobüs yok! Gecenin ayazı. Kıçımız dondu, dişlerimiz takırdadı. Keşke arabayı alaydık. Nice sonra bizim semte uğrayan bi otobüs geldi. İndiğimizde, hepimizin tek derdi, eve varıp sıcakla kucaklaşmak. Hızlıca caddeyi geçtik. Köprüyü de geçtik mi, eve 15-20 adım  hepsi bu.  Kentte numaralandırılmış Porsuk Köprülerinden biri. Kırmızı olan. Mehtabı seyretmek, çimenlere yayılıp suyu dinlemek  isteyenlerin vazgeçilmezi. Bazen benim de. Ama şimdi değil. Eve gitmeli. Soyunup dökülmeli.          Parmaklıkların önüne bırakılmış bisiklet ilgimizi çekti. Gariplik yalnızca  sahipsiz bir bisiklet olsa yine iyi. Bir anorak yelek ve teki kaldırıma saplanmış bir çift keten ayakkabı. Adam ya intihar etmiş olmalı. Yada birileri tarafından Porsuk' a atılmış...Suya baktık, zifir gibi  kıpırtısız. Olay yeni değil!  Köprünün aşağıda kalan merdivenlerinde..kimse yok! Sen olsan n'aparsan, ben de onu yaptım. Hemen polisi aradım. Tabii hanımefendi hemen geliyoruz demişti ki polis, adamın biri geldi bisikletimi alayım dedi. A sizin miydi? Bizde polis çağırdık. Peki yelekle ayakkabı? Yok onlar benim değil. Hah iyi o zaman, hala bir cinayet ya da intihar vak'ası var demektir. Derken hızla bir araba yanaştı ve içinden inen genç adam, yeleğimi alayım, dedi. Hocam A, ne işi var senin yeleğinin burada sorusunu ısrarla sorsa da, biraz önce kamyonetten uçtuğuna bizi ikna etti.Yelek de gitti. Bizi getiren  otobüsün son seferinden inen bir güruh geldi geçti yanımızdan. Onlar geçtikten sonrada  ayakkabının teki yok oldu. Biz tek ayakkabıyla kalakaldık. Tüm deliller kuş olup uçtu sanki.  Kafalar gündüz saatlerinden beri  'gidik' olduğundan gördüğümüz hiçbir şeyi hayra yoracak durumda değildik sanırım. Polis anlayış ve sabırla bizi teselli etti. Sizin burla  mobese kayna duru, dedi. Biz bakar gerekeni yaparız. Hadi evinize. Her gördüğün sakallıyı deden sanmaya getirdi.
          Yalnız ilginç olan neydi biliyo musun? Polis yeleği alan arabanın plakasını sorduğunda hepimizin  bülbül kesilmesi! Birileri yakalansın mı istedik, nedir? Zira otoparka arabayı bıraktığımda elinde fiş koçanıyla gelen   kahyaya kendi plakamı bile hatırlayıp söyleyemem.  Amann  bakıver işte şuradaki!
            Uzun bir gündü.
            Ve ana fikrini pazarda belirlemiştik çoktan...Müsebbibi bu cümleydi işte!
            Çok güldük, kesin bir şey olacak!!
                                                                                                  sevgiyle....
   
        

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Alıngan insan sevmem

     Alıngan   insanı sevmem ben.
    Zihnimin terazisini işletip dururlar boş yere. Ölçü biçi. Samimiyetim nerede? Konuşurken 50 kere düşünmem lazım. Hay allah yanlış anlamışsın demekten helak ettin beni. Naif sözcüğü  atfedilir hani böylelerine. Üflesen uçuverecek ruhun sahibi var karşında. Yanlış be!  Naif kelimesinde saflığın, acemiliğin korumasında sempatik gelir kulağıma. Sanatçı, yorumcu, doğacı  bir kişilik algılarım  naifi. Amma  alıngan, dümbeleğin önde gidenidir. Hem beni kıçıyla dinleyip yanlış anlar, hem de zaten  anlamak istemez. Bal olsa yemezsin böylesini. Yok mu etrafında? Dolu! Üstelik en yakınındadır  o. Gülümser ve sevimli bir taraf ararsın katlanabilmek için. Bulamazsın.
     Sosyal medyada  sürüsüne bereket aforizmalar yayınlanıyor  ya böyle iç bayıltan. ''Ben ona buna adam demem  insan demem, onu bunu yapmadıktan gayrı'' falan diye. Gülüyorum inan  münasip bir yerimle. Sanki herkes çok mükemmelmiş gibi. Neye hizmet ediyor bu aforizmalar?  Mükemmellik insanın doğasına aykırı bir defa. Öyle ya insan kendine en yaramayan en boktan yaşamı  model almış. Hiç bir halta yaramasa da döngü aptalca devam ediyor. Senaryo hepimiz için geçerli.  Doğuyor, büyüyor, okula gidiyor, evleniyor, ürüyor, çalışıyor yaşlanıyoruz  vs. Yaşama yöntemimiz  kültürden kültüre değişiklikler gösterse de genellikle aynı. Bunun dışında bir yaşam modeli geliştiremiyor örneğin insanoğlu. Toplum yasalarına  yeni, farklı maddeler ekleyemiyor. Eşcinselleri görmezden geldiğimizde, onlara yaşam alanı açtığımızı falan zannediyoruz. Mükemmeliz biz!
     Eğitim dediği tek tip insan yetiştirme modeline bak hele. Sadece yöneteceklerin ve seçkinlerin  eğitildiği, diğerlerinin kalanı pay etmek uğruna ölümüne rekabet ettiği amele dünyası. Üniversite bitirsen kaç para. Düzene uyduktan sonra. Efendime söylim ,evlilik ve üreme konusunda koruyucu önlemler alamıyoruz değil mi? Akıllı-deli demeden tüm insanlığın evlilik ve üremesini onaylıyoruz. Kişiye özel, verimli koşullar, sistemler  geliştiremiyoruz.  Atalarımızın yaşamını devam esası, bize bir yere vardırmasa da ihanet etmiyoruz. Boşluğa düşen insanın zihninde,   aforizmaların o  affetmeyen, o yıkan, o öyle değilse böylesin sesi  mükemmelliğin formülünü bulmuş gibi cır cır ötmüyor mu? Gelsin armudun sapı üzümün çöpü.
       Oysa tam da tersi olarak, karşısından  mükemmel davranışlar, sözcükler beklemeyen ve  herkesi olduğu gibi kabul eden kişi  benim gözümde  makbul insandır. Kirlenmiş, aklanmış paklanmış, ne fark eder? Etmez!
       Erdem denen şeyin ne olabileceği konusunda çok düşündüm. Erdem, bir şeyi çok istemene rağmen yapmamak mı? Bu olmamalı! Erdemin  anlama yeteneği olduğuna karar verdim. Öyle olmalı , çünkü yalan söylememek erdem olamaz. Söylüyor. Susmuyor  insan yalan söylüyor. Neden yalan söylendiğini anlayabilmek erdem. Bataklık kurutulunca çiçekler de açacak. Yalan söylüyorsa, sebebi kim? Sana söylüyor!
    Ön yargısızlık. Alınmama. Aşılmaz ön yargısına prensip adını verenlere ayrıca  uyuz oluyorum. Kısa sürede prensipleriyle baş başa bırakmaya bayılıyorum kendilerini...Olduğu gibi kabul edemediğim grupta  alıngan, kırılgan ve mükemmelliğine dünyanın yuvarlaklığı kadar inanmış olanlar var. Terk etme, kaçma sebebi benim için.
      Toplum olarak nası bir yere geldiğimize hayret bile edemiyorum gerçekten. Aslında eskiden nasıldı, onu da kestiremiyorum ya...
      Erdemin  nirvanasında. Yalan söylemiyorum dese de övüngen, kendine milyonlarca yalanı hayasızca sıralıyor. Sen mükemmelsin. Ve bu mendeburlar seni hak etmiyorlar. Hayatta bir yerlere gelemediysen seni hor gören bu insanlardır sebebi. Sana kalsa neler yapardın...çünkü sen iyi, dürüst, zeki, lider ruhlu güzide bir varlıksın. Bunu bilmeli ona göre davranmalı herkes!
     En lezzetli yemeği yapan kadınlardan, rakiplerini alt eden güçlü erkeklerden ve bunların dahi zekasına sahip yavrularından bıktım  usandım. Yemek olmamış diyemezsin . İş yerinde  on para etmez adamın tekisin de diyemezsin. En fazla çocuğunuz zeki ama çalışmıyor cümlesini kurabilirsin. Onun için benim tatlı okurum, şunu söylemek lazım; hadi naş!
     Etrafımda alıngan insana yer yok.
     Alıngan yeri geldiğinde kendi egosunu kaşımak için, sen orada yokmuşsun gibi davranandır. Sevgisi, ilgisi sahtekardır. Biraz kafayı çalıştır göreceksin.
     Hayat kısa. Bu değerli kavramın içini  gerçek insanla doldurmalı. Doya doya gülmeli ve zevk almalı sevmekten. Sana kusurlarını gösterenlerden kaçma bir de...
       Bırak ta adam lafını bitirsin!
                                                                                                                           sevgiyle...










24 Nisan 2014 Perşembe

Yazık!

    Yazık diyorum içimden. Yazık bu kadına. Neden ki? Öylesine. Acıyorum işte.
    Gri takım  elbise giymiş. Pantolon iyi bir seçim değil. Külot lastiği kalçasını sıkmış, eti taşıyor. Dik oturma kaygısından  her an ölebilir. Bir elini diğer avucuyla kavramış sımsıkı. Açarsa ellerinin arasından bir şeyler dökülecek yere. Anlatmaya başladığında da ayrılmıyor eller . Tek yumruk şeklinde sallıyor karşıya. Bazen dudaklarına götürüp, öpüyor  onları. Görüyorum. Aslında  herhangi bir konuda, birbirine bağlı uzun cümleler kuramıyor. Vakıf olduğu bir konu yok kanımca ama, mış- gibi yapma konusunda deneyim sahibi. Birkaç yaşanmışlık  cümlesinden sonra koşulsuz hak verme faslına geçiyor. Temiz Türkçeden yanayım. Çok yanlış kullanıyor gençler. Noktalama işaretleri hak getire! Bitti! Türkçenin kısırlaştığını düşünüyor musun? diye soruyorum. Yo! Türkçe duru, güzel bir dil. Arapçadan, Fransızcadan, İngilizceden arındırılmalı . İyi de diyorum, örneğin Türkçede koymak, dayamak, sokmak kelimeleri pek çok anlam içeriği taşıyor. Yeni kelimeler üretemiyoruz. Aksine bence dışarıdan devşirdiğimiz kelimeler işi kolaylaştırıyor.Seçtiğim fiiller midesini bulanıyor. Bozuk patates kokusu gelmiş gibi burnuna. Küçümsüyor beni. Değişim kaçınılmaz. Etkileşim güzeldir. Noktalama işaretlerine gelince, onlar da değişmeye mahkum. Bize hizmet eden en doğru gramer yapısını ortaya çıkarmak gerekir.Sıkıyor sözlerim. Bu kadar beyin jimnastiği yeter.
    Beyaz gömleğin yakasından kocaman bir kolye akmış bacaklarına doğru. Böyle göz alıcı taşları var. Fosforlu gibi de, değil gibi de. Kaçamak bakışlarla beni süzmek istese de, gururu elvermiyor.
    Konu aşka gelince, duraksıyor. Yılışmak,  bozar!  Nasıl desem, ben daha bi avam, daha bi ayak takımı davranışlar içindeyim. Taşkınlıkları hoş görülen, mahallenin delisi kıvamında bir kadınım  bakışlarında. Duyguları ise, kontrol edebildiği bir makine. Gülümsediğini fark eder etmez, uyarıyor zihnini. Hişt gülüyorsun, kendine gel! Ne öyle, basit kadın gibi. Öyle mi ya, sen gerçek bir hanımefendisin!
     Kendini ikna edebilen birisi.
    Aşk gençlere yakışır, biz kocadık artık! Aşkın yaşı yoktur! A hiçte değil! Bizim şimdi huzura ihtiyacımız var. Kaç yaşında  acaba? 52 olabilir.  Kocana aşık değil misin? İlk aşkın mıydı mesela? Ne biçim soru  bu ya? Özeli bunlar insanın.
    Tamamen  fuzuli hissediyorum kendimi. Peki tamam!
    Oysa içine gömülen duygular fışkırıyor nefesinden. Saçlarından. Ayaklarından. Boyamazsa , silgiyle silinmiş hissi veren gözlerinden. Geçmiş, duygular, silüetler, kişilikler, anılar, yürek çırpınışları  bir sandığa kilitlenip üzerine çimento atılmış. Aşk, gülmek, taşmak bir hanımefendiye yakışmaz zira. Dışarı çıkarken kocasından gelen telefona  önce oflayıp sonra cevaplıyor.. Çıkıyorum. Sen git annemi al, getir! Akşam düğüne gitmem gerek. Mutlaka bulunmalıyız. Çok ayıp olur! Şimdilik sana ihtiyacım yok! Hoşçakal!
    Bana kalırsa,   arayan adam hanımefendinin uşağıydı. Ama o kocası olduğunu sanıyordu....
    İşte bu yüzdendi acımam. Yazık bulmam..

                                                                                                                                            sevgi..


       Yoksa hiç yok olmayacak bir duvar saatinden ne farkı olur insanın? Zamanı gelince çalan ve kendinin farkında olmayan...



22 Nisan 2014 Salı

Kulaktan kulağa

     Geçenlerde bir iletişim seminerine gittiydim  canımın içi dostlarım!  Kulaktan kulağa oyunuyla konuya  girizgah yaptı yetkili , bilgili şahsiyet inanır mısınız? Artık en baştaki  ne duyduysa en sondaki kişiden ''ananın pilavı''  diye bir ses çıktı. E arada 150 kişi var tabii. Gülüştük. Ahaha! İlahi! Annan planı oldu mu sana ananın pilavı. Sonra, süpersin oldu su perisi. Oyunu  kulaktan kulağa, kulaktan dudağa, dudak dudağa ve  dudaktan kalbe değiştirerek, gülüşerek oynamış olduk. Şunu güldürüklü ve unutulmaz  bir biçimde öğrendik ki; dolaylı iletişim yanlış anlaşılmaya açıktır. Ne derdin varsa, git,  direkt söyle!
     Sanki  direkt gidip söyleyince karşımızda anlayacak adam bulacakmışız gibi..o derece  kendinden emin bir oyun sanatı geliştirmiş sosyoloji bilimi.. Oyunu oynayınca herkes aydınlandı!! Yaşı geçkinler panik içinde. Yandakini dürtüklüyor amca. Neydi kızım, neydi kızım? Amca bi sakin ol! Amca sünnetçi değil, sükunetçi, sükunetçi! Amca bak, şansımı denemek istiyorum olacak! Sarışını değil!
   
      Doğru duymak yerine doğru anlamak üzerine oyunlar kurun sevgili sosyologlar. Anlamıyoruz. Söylenenleri anlamamakta ısrarcıyız.
     Misal, beyefendi sağa sinyal verip sola döndünüz ' e verilen  karşılık, sen ne demek istiyorsun? olmamalı. Ananın pilavını  demek istiyorum,karşılığını vermek en doğal hakkım oluyor o zaman bakın uyarıyorum. İşte sırf bu yüzden ilmihal gerektiriyor gündelik yaşam. Kadın hastayım diyor, adam o zaman ilişkimizi gözden geçirme vakti geldi diyor yahu! Neyse;
    Böyle zevkle başlayan seminer, çocuklara karşı nasıl davranışlar içinde olunması gerektiği açılımlarıyla daha da bi zevkle sürüp gitti. Çocukla konuşurken diz çöküp onunla aynı seviyeye gelin! Çocukla iletişimin sırrı bu hesapta. E ama  bizim kültürümüzde ironik atasözleri var; çocukla çocuk olma derler adama. Çocukla bir olanın çocuk kadar aklı yok! derler. Daha niceleri, yazmaya üşeniyorum.
 
    Çocuk deyince aklımda beliren tek kelime var. Merak. Çocuklara yalan yanlış bilgiler vereceğinize, onlara doğru ve gerçek bilgiyi sunun demeliydi sosyolog. Sabah uyandığında yüzünü yıkamazsa şeytan tarafından yalanacağına inanan bir sürü çocuk vardır. Ben de inanırdım. Yemeğini bitirmeyeni  de kurtlar, vampirler yer. Diz çökerek anlatırsın bütün bunları o çocukcağıza.

     Ben demek yok, biz demek var! mış! Benliğini kaybetmiş bir toplumda çok güzel bulmuşlar bu önermeyi de. Sadece kendini anlatan ve övünen  insanlardan kurtulmanın yolu olabilir. İletişimde kolaylıkmış  gerçekten. Ben değil de başka bi arkadaş var, o dedi! Sıyrılmanın en kolay yolu. Biz böyle uygun gördük! Sonuç kötü olursa hem risk hem olumsuzluklar paylaşılmış olur. Kimse prozac kullanmak zorunda kalmaz.
   
     Seminer çıkışında herkesin gözünde nurlu bi ışık. Artık kulaktan kulağa oyunu daha bi anlamlı daha bi bilge.Ve bana kalırsa, İletişim gerçek bir yetenek gerektirir, yeteneğin ortaya çıkıp, işlevselliğinin artması sadece ve sadece okuma ve benlik eğitimiyle olabilir diyorum canımın içi dostlar,

     Auguste Comte' un mezar taşında yazdığı gibi,
İlke olarak aşk, temel olarak düzen, amaç olarak ta ilerleme.
                                                                                                                             sevgi..
     
    

17 Nisan 2014 Perşembe

Parayla saadet oluyor mu?

    Uğruna cinayetler işlenen, kundaktan mezara  üzerine planlar kurduğumuz, insanın  en sadık aşk nesnesi... PARA! Parayla saadet olur mu? Olur muymuş?
    Bu güne kadar parayı sevdiğini söyleyen birine rastladın mı ? Ben rastlamadım. Yok öyle biri. 
    Peki o zaman , aldığın diplomadan, yetiştirdiğin çocuğa, çalıştığın işe, savaştığın  kariyere  kadar peşinde koştuğun nedir? Ruhsal tatmin mi? Hadi canım!
    Cebinde para olmasın, don alamazsın kıçına. Bu kadar net yani.
     Fakirlik onurlu bir durak mı? Hiçte değil!
     Sakıp Sabancı'nın şu sözü fakir milletini rahatlatmış, içine su serpmiştir; binlerce araba üretiyorum  oğlum birine bile binemiyor!!Vallahi  böyle demişti! Bu acıklı sözleri  duyan ezik işçi halkı  bir an Sakıp Bey'den daha varlıklı olduğunu bile düşünmüştür
      Fakat doğru cümle bu değil dostum. Şöyle olmalıydı; Oğlum engelli  çünkü, akraba evliliğinden doğan çocukların engelli olma oranı çok yüksektir. Bu durumu ben de biliyordum ancak, aileme ait olan servet dışarı çıkmasın, servetlerimiz  birleşsin diye (e mecburen!) akraba evliliği yaptım.  Hatta benim diğer çocuklarım da %100 olmasa bile  %50 engelli doğmuştur. Demiyor da! 'Parayla saadet olmaz',  algısını bir güzel pompalıyor uyanık!
       Biz Türk insanının parayla ilişkisi, hay'dan gelip hu'ya gitmesiyle şekillenir gerçi. (Allah'tan gelen Allah'a gider) Kaderciyizdir. Neden? Çünkü paraya söz geçiremeyiz. Korku dağları bekler. O'na hükmetmeyi bilmek, bu dünyada ulaşılması güç bir mertebedir. Yönetemeyiz. Kredi kartı mağdurları birleşip dernek kursun. Birlikten kuvvet doğar.
      Para yönetmeyi becerenlerin ise  ramazan paketlerini fakir fukaraya dağıtmalarını seyrettik bilmem kaç kez. Onların en aşağılık biçimde ruhlarını temize çıkarmalarına alkış tuttuk.
    Önce milletin parasını çalanlar, açlıktan biçare düşen insanların mahallerine dayadılar kamyonları. Açtılar kapakları. Boşalttılar toprağa ekmeği. İzdihamda çocuklar ezildi.
     Para önemlidir. Dünyanın para politikasını yönetenler bir kalpazan çetesiyken, sen fakir kal ben zengin. Sonra  aç karnını doyururum. Adına lütuf derim. Sevap hanem dolup taşar. Nalları dikince de kesin cennete giderim. Zaten düzen bu. Biri kazanırken diğerleri kaybeder. Bize hep  kurşunlar anasınısatim..
     Goril gibi adamların yanında gördüğüm su gibi kadınlar kapitalist düzenin acımasız çarkında sadece gelir düzeylerini arttırmakla meşguller. Aşk meşk hikaye. Sanayinin, fabrikaların zenginlik getirdiği bir muhit varda ben mi görmüyorum. Sanayi bölgesi ilan edilmiş yerlerde halk açlıkla savaşır ve   lağım suları içinde oynar çocuklar. Öyleyse  kazanan kim? Kim götürdü lan paraları?
      Dünyanın kaynakları acımasızca tüketilmekte ve bu büyük zenginliği sadece işbirlikçiler yemektedir dostum. Fakirlik öğrenilecek bir yaşam tarzı değildir. Olmamalıdır da. Bir felsefe de  yaratılmamalıdır. Herkesin gönençte yaşama hakkı vardır. Devletler halkın en temel gereksinimlerini karşılamakla yükümlüdür. Zengin kişinin fakir halka yardımını alkışlamaya devam edersen, bir gün o yardım senin de kapını çalacak bilmelisin. Zenginlik ne zaman ki, vergi kaçırmadan  istihdam yaratır ve insanlara evrensel değerlerde iş gücünün karşılığını verir, hah işte o günü hep birlikte kutlayacağımız bir  karnaval günü ilan edelim.
 
      Hepinizin tek tek gözlerinden öperken, konuya örnek bir fıkrayla bitirelim bari;
     
        Temel ve İdris  can ciğer kuzu sarması iki arkadaştır. Yoksulluk canlarına yetmiş ve  artık şükretmekten vazgeçip isyan etmeye başlamışlardır. Yine böyle,  ağlayıp sızlayarak 1 haşlanmış yumurtayı ikiye böldükleri bir zamanda  karşılarına dilek cini çıkıverir. Durun der, bırakın sızlanmayı. Kader size de güldü. 3 yumurta Temel'e 3 yumurta İdris'e uzatır. Alın bu yumurtaları gidin barakalarınıza. Yumurtaların her biri bir dilek içindir. Önce kıracak sonra dileğini söyleyeceksin.
        Bizimkiler sevinçten çılgına döner. İdris yumurtalarını alıp barakasına koşar. İlk yumurtayı kırar ve bu baraka saraya dönüşsün der. Hop saray olur. İkinciyi sarayın odaları ağzına kadar altında dolsun diyerek kırar. Hop o da olur. Ve son olarak güzel mi güzel bir hatun olsun ki, bu zenginliğin tadı çıksın der. Hop,   fıstık gibi bi kadın altınlar arasında İdris'e bakmaktadır. Ancak İdris'in aklı Temel'dedir. Her şeyi bırakıp Bi koşu Temel'e gider. Ne görsün!?  Temel'in baraka  olduğu gibi durmakta  ve  Temel  oturmuş sarsıla sarsıla ağlamaktadır. Temel noldu?
        Sorma yumurtaları aldım tam içeriye girerken ayağım eşiğe takıldı düştüm. Yumurtanın biri düşüp kırıldı. Hasiktir! dedim. Her yer s.k olmasın mı? İkinciyi  bütün  s.kler gitsin diye kırdım, bu sefer benimki de gitti. E mecburen üçüncüyü benimki geri gelsin diye kırdım..
                                                                                                                       sevgiyle..
    
    

14 Nisan 2014 Pazartesi

Düdük çal!

    Ne olacak kardeşim bu  memleketin hali? Memleket, memleket değil , cadı kazanı mübarek! Bitirdiler memleketi, bitirdiler! Soyup soğana çevirdiler. Sattılar her şeyimizi!  Böldüler, bölündük! İyice azıttı bunlar! İran oluruz  yakında! Dini de, baş örtüsünü de siyasete alet ediyorlar kardeşim! Benim anam da baş örtüsü takardı. Cumhuriyeti yıkacaklar yerine sultanlık kuracaklar! Panislamizm. Pantürkizm..
    Ah Atatürk, kalk ta  gel mezarından!   Bizim yeni bir kurtarıcıya ihtiyacımız var.(ve biz ne yazık  ''onu'' yetiştiremiyoruz. Gelirse böyle deriz artık  adamcağıza!)          // not; bu ayrı bir yazı konusu //
    Son 1 yıldır, neredeyse  her gün duyduğum, pelesenk olmuş cümleler. Sende söyledin belki.. Yada duydun.
    Serzenişimiz ağır geldi.
    Ve bir gün memleket  cümlelerini  taşıyamaz olduk. ''Bunlar''  3-5  ağacı da kesince dayanamadık, attık kendimizi sokağa. Bunca zaman neyi beklemiştik? Eminim sosyologlar bir cevap bulacaklar ileride.
    Atkımızı takıp, bayrağımızı sallayarak  koşup gittiğimiz meydanlarda düdük çaldıran duygunun adı neydi?Memleket mi? Kaybettiğimiz  yada bizim olmayan bi şey arıyorduk sanki. Haksızlığa uğramış gibiydik te aynı zamanda. Yani öyle bir halimiz vardı.  Bünyelerde harekete  geçen her neyse, yeterince aşina olmadığımız, tuhaf bir tetikleyiciydi.. Daha doğrusu bizi neyin tetiklediğini bilmiyorduk. Toplaştığımız alanda herkes birbirine tereddütle bakıyor, (sivil polis paranoyası) tanışıp,sohbet edebilsek yukarıdaki cümlelerin dışında ne tür cümleler kurabileceğimizi belki de kestiremiyorduk ama, oradaydık işte! Düdük çalıyorduk!
     Dışarıdan bakılınca  nevrotik algılanıyor  olmalıydık. Caddelerde slogan atarak yürüdüğümüzde, kaldırımlardan ya da balkonlardan yabancı gözlerle seyredenler, dur durak bilmeyen sevimli,  afacan bir çocuğa bakar gibi bakıyorlardı. Anlamıyorlardı. Korkuyorlardı. Harekete geçmek istemiyorlardı. İçten içe kızgınlık biriktiriyorlardı. Bu yüzden, vandallık ve çapulculuk sıfatlarına layık görülmüştük. Üstelik bu sıfatlara da gururla  yerleşmiştik. Okuyan, bilge azınlık  bizdik zira!!  İronikti her şey.
     İsyan! Devrim! Özgürlük! 
     En sevdiğim slogandı. Kolaymış be devrim yapmak. Ne diye beklediysek bunca zaman?!
    Ruhun kopma, isyan etme noktası herkeste farklı olaylarla ortaya çıkmıştı. Örneğin ben, heykele  '' adeta bir ucube'' diyerek baltayı vurdukları gün kopmuştum . Kiminin '' iki ayyaş'' sözcüğü kanına dokunmuştu. Kimi, tacizin- tecavüzün  hayatını kararttığı çocuklar ve kadınlar için buz dolabı kıvamındaki hukuka tahammül edemiyordu. Eğitim sisteminin insana yakışır eşit  bilimsel  yaklaşımlar geliştirmesi gerektiğini zaten herkes haykırıyordu. Çocuk gelin konusu gençleri çok rahatsız ediyordu belli ki.Her toplanmada, yürüyüşte gelinlik giydirdikleri bir çocukla katılıp ''çocuk gelin istemiyoruz'' diye bağırıyorlardı. Bazıları Sağlık Bakanlığının saçma nüfus planlama politikaları yüzünden sokaktaydı.Kocasının izni olmadan gebelikten korunamayan kadın isyan ediyordu. Haklı tabii. Onun bedeni onun kararı. (zira istenmeyen gebeliklerden erkeği koruyacak bir mekanizma henüz gelişmemişken!! babalık yapmayı  arzulamadığı  bir çocuğun zoraki babası olma yolunda hukuksal bir yolu yokken..)Neyse uzar bu konu...Hasılı çok derdimiz vardı meydanlarda haykıracak.
     Halk söz sahibi olmak istiyordu. Bence sözün özü. İştirak etmek.
    İşine gelen konuda  referandum yapan bir iktidarın istenmediği çok açık. Yaptım, oldu! devrinin bittiğini  halk hissediyor  ama devleti yöneten duygularını yitirmiş  iktidar bunu göremiyordu. Göremiyordu ki, bakmakla ve gelecek vermekle yükümlü olduğu,  gencecik ergen çocuklarımızı acımasızca, korkakça katlettiler. Analar ağlamasın diye boşaldı meydanlar. Hak aramanın adına ne güzel de muhalefet deyiverdiler hemencik. Gencecik çocukların hesabını verecekler. Mutlaka verecekler.
   Genç insan olmak zor bu topraklarda. Gür sesini  yalnızca savaşta alkışlar insanlık. Ölüyor, öldürüyorsan. Güya barışta yokmuşsun gibidirler. Köhne yaşamında acıya belenmiş, enerjisini en derinine gizlemiş ve hak ettiği değeri asla görememiştir . Şimdi  o da, meydanlarda suratına tükürecek birilerini aramaktadır. Bu kadar basit.
    Çoğunluk demokrasisine inanmıyorum. En değerli düşünce az kişiden çıkan düşüncedir. Çoğunluk bir roman yazsın, bir heykel diksin, kuram geliştirsin  de görelim bakalım. O yüzden azınlık olmak iyidir. Yetmez ama evet diyen aydın mı olur kardeşim ? Yok eğer, çoğunluğun demokrasisine maruz bırakılıyorsan, her koşulda istemediğin biriyle gerdeğe giriyorsun demektir ki, bu durumda da nefsi müdafa  hakkı doğar.
    Gördüm ki, insanların bir araya gelme, dertleşme, etkinlik yapma  ihtiyaçları varmış. Genciyle yaşlısıyla el ele olmanın zevkini tattık bir kere. Ok yaydan fırladı. Bir dönüşüm yaşanacak illaki. Ama bu dönüşümün pozitif olması, çocuk-genç-yaşlı-kadın-erkek bir araya gelmekten geçer. Öğrendiğin ne varsa birleştir. Birleş! Birlik. Bir olma... Birleşe birleşe kazanacağız. İşte sırf bu yüzden, beni, bizi duymayan kalmasın diye düdük çalmaya devam edeceğim.
     Sokağa çıkmak senin en temel hakkın. Bunun için şiddet görüyor, hırpalanıyor, ölüyorsan karşında eli kanlı bir zorba vardır.
     Zannettik ki, biri bizi dinler, hak verir! Nerde?
    Aksine sokağa çıkmak için daha çok sebep var artık. Yasaklar. Filtreler. Dayatmalar. Değerliyi değersize kırdırma. Adam kayırma. Ve yalnızlık. Ve kimsesizlik. Var olan sünepe muhalefet partileri. Al düdüğünü gel dostum...
     Sokakta eğer seni göremezsem dostluğumuzu gözden geçireceğimi bil istedim!
                                                                                                                                 (Sevgi )