Hakkımda

Fotoğrafım
hiçbir zaman eşkenar üçgenin dik açılarının toplamı ilgimi çekmedi.İlgimi çeken tek şey aramızda sinsice yaşayan pezevenklerdi....

14 Nisan 2014 Pazartesi

Düdük çal!

    Ne olacak kardeşim bu  memleketin hali? Memleket, memleket değil , cadı kazanı mübarek! Bitirdiler memleketi, bitirdiler! Soyup soğana çevirdiler. Sattılar her şeyimizi!  Böldüler, bölündük! İyice azıttı bunlar! İran oluruz  yakında! Dini de, baş örtüsünü de siyasete alet ediyorlar kardeşim! Benim anam da baş örtüsü takardı. Cumhuriyeti yıkacaklar yerine sultanlık kuracaklar! Panislamizm. Pantürkizm..
    Ah Atatürk, kalk ta  gel mezarından!   Bizim yeni bir kurtarıcıya ihtiyacımız var.(ve biz ne yazık  ''onu'' yetiştiremiyoruz. Gelirse böyle deriz artık  adamcağıza!)          // not; bu ayrı bir yazı konusu //
    Son 1 yıldır, neredeyse  her gün duyduğum, pelesenk olmuş cümleler. Sende söyledin belki.. Yada duydun.
    Serzenişimiz ağır geldi.
    Ve bir gün memleket  cümlelerini  taşıyamaz olduk. ''Bunlar''  3-5  ağacı da kesince dayanamadık, attık kendimizi sokağa. Bunca zaman neyi beklemiştik? Eminim sosyologlar bir cevap bulacaklar ileride.
    Atkımızı takıp, bayrağımızı sallayarak  koşup gittiğimiz meydanlarda düdük çaldıran duygunun adı neydi?Memleket mi? Kaybettiğimiz  yada bizim olmayan bi şey arıyorduk sanki. Haksızlığa uğramış gibiydik te aynı zamanda. Yani öyle bir halimiz vardı.  Bünyelerde harekete  geçen her neyse, yeterince aşina olmadığımız, tuhaf bir tetikleyiciydi.. Daha doğrusu bizi neyin tetiklediğini bilmiyorduk. Toplaştığımız alanda herkes birbirine tereddütle bakıyor, (sivil polis paranoyası) tanışıp,sohbet edebilsek yukarıdaki cümlelerin dışında ne tür cümleler kurabileceğimizi belki de kestiremiyorduk ama, oradaydık işte! Düdük çalıyorduk!
     Dışarıdan bakılınca  nevrotik algılanıyor  olmalıydık. Caddelerde slogan atarak yürüdüğümüzde, kaldırımlardan ya da balkonlardan yabancı gözlerle seyredenler, dur durak bilmeyen sevimli,  afacan bir çocuğa bakar gibi bakıyorlardı. Anlamıyorlardı. Korkuyorlardı. Harekete geçmek istemiyorlardı. İçten içe kızgınlık biriktiriyorlardı. Bu yüzden, vandallık ve çapulculuk sıfatlarına layık görülmüştük. Üstelik bu sıfatlara da gururla  yerleşmiştik. Okuyan, bilge azınlık  bizdik zira!!  İronikti her şey.
     İsyan! Devrim! Özgürlük! 
     En sevdiğim slogandı. Kolaymış be devrim yapmak. Ne diye beklediysek bunca zaman?!
    Ruhun kopma, isyan etme noktası herkeste farklı olaylarla ortaya çıkmıştı. Örneğin ben, heykele  '' adeta bir ucube'' diyerek baltayı vurdukları gün kopmuştum . Kiminin '' iki ayyaş'' sözcüğü kanına dokunmuştu. Kimi, tacizin- tecavüzün  hayatını kararttığı çocuklar ve kadınlar için buz dolabı kıvamındaki hukuka tahammül edemiyordu. Eğitim sisteminin insana yakışır eşit  bilimsel  yaklaşımlar geliştirmesi gerektiğini zaten herkes haykırıyordu. Çocuk gelin konusu gençleri çok rahatsız ediyordu belli ki.Her toplanmada, yürüyüşte gelinlik giydirdikleri bir çocukla katılıp ''çocuk gelin istemiyoruz'' diye bağırıyorlardı. Bazıları Sağlık Bakanlığının saçma nüfus planlama politikaları yüzünden sokaktaydı.Kocasının izni olmadan gebelikten korunamayan kadın isyan ediyordu. Haklı tabii. Onun bedeni onun kararı. (zira istenmeyen gebeliklerden erkeği koruyacak bir mekanizma henüz gelişmemişken!! babalık yapmayı  arzulamadığı  bir çocuğun zoraki babası olma yolunda hukuksal bir yolu yokken..)Neyse uzar bu konu...Hasılı çok derdimiz vardı meydanlarda haykıracak.
     Halk söz sahibi olmak istiyordu. Bence sözün özü. İştirak etmek.
    İşine gelen konuda  referandum yapan bir iktidarın istenmediği çok açık. Yaptım, oldu! devrinin bittiğini  halk hissediyor  ama devleti yöneten duygularını yitirmiş  iktidar bunu göremiyordu. Göremiyordu ki, bakmakla ve gelecek vermekle yükümlü olduğu,  gencecik ergen çocuklarımızı acımasızca, korkakça katlettiler. Analar ağlamasın diye boşaldı meydanlar. Hak aramanın adına ne güzel de muhalefet deyiverdiler hemencik. Gencecik çocukların hesabını verecekler. Mutlaka verecekler.
   Genç insan olmak zor bu topraklarda. Gür sesini  yalnızca savaşta alkışlar insanlık. Ölüyor, öldürüyorsan. Güya barışta yokmuşsun gibidirler. Köhne yaşamında acıya belenmiş, enerjisini en derinine gizlemiş ve hak ettiği değeri asla görememiştir . Şimdi  o da, meydanlarda suratına tükürecek birilerini aramaktadır. Bu kadar basit.
    Çoğunluk demokrasisine inanmıyorum. En değerli düşünce az kişiden çıkan düşüncedir. Çoğunluk bir roman yazsın, bir heykel diksin, kuram geliştirsin  de görelim bakalım. O yüzden azınlık olmak iyidir. Yetmez ama evet diyen aydın mı olur kardeşim ? Yok eğer, çoğunluğun demokrasisine maruz bırakılıyorsan, her koşulda istemediğin biriyle gerdeğe giriyorsun demektir ki, bu durumda da nefsi müdafa  hakkı doğar.
    Gördüm ki, insanların bir araya gelme, dertleşme, etkinlik yapma  ihtiyaçları varmış. Genciyle yaşlısıyla el ele olmanın zevkini tattık bir kere. Ok yaydan fırladı. Bir dönüşüm yaşanacak illaki. Ama bu dönüşümün pozitif olması, çocuk-genç-yaşlı-kadın-erkek bir araya gelmekten geçer. Öğrendiğin ne varsa birleştir. Birleş! Birlik. Bir olma... Birleşe birleşe kazanacağız. İşte sırf bu yüzden, beni, bizi duymayan kalmasın diye düdük çalmaya devam edeceğim.
     Sokağa çıkmak senin en temel hakkın. Bunun için şiddet görüyor, hırpalanıyor, ölüyorsan karşında eli kanlı bir zorba vardır.
     Zannettik ki, biri bizi dinler, hak verir! Nerde?
    Aksine sokağa çıkmak için daha çok sebep var artık. Yasaklar. Filtreler. Dayatmalar. Değerliyi değersize kırdırma. Adam kayırma. Ve yalnızlık. Ve kimsesizlik. Var olan sünepe muhalefet partileri. Al düdüğünü gel dostum...
     Sokakta eğer seni göremezsem dostluğumuzu gözden geçireceğimi bil istedim!
                                                                                                                                 (Sevgi )
                             







Hiç yorum yok: