Hakkımda

Fotoğrafım
hiçbir zaman eşkenar üçgenin dik açılarının toplamı ilgimi çekmedi.İlgimi çeken tek şey aramızda sinsice yaşayan pezevenklerdi....

24 Nisan 2014 Perşembe

Yazık!

    Yazık diyorum içimden. Yazık bu kadına. Neden ki? Öylesine. Acıyorum işte.
    Gri takım  elbise giymiş. Pantolon iyi bir seçim değil. Külot lastiği kalçasını sıkmış, eti taşıyor. Dik oturma kaygısından  her an ölebilir. Bir elini diğer avucuyla kavramış sımsıkı. Açarsa ellerinin arasından bir şeyler dökülecek yere. Anlatmaya başladığında da ayrılmıyor eller . Tek yumruk şeklinde sallıyor karşıya. Bazen dudaklarına götürüp, öpüyor  onları. Görüyorum. Aslında  herhangi bir konuda, birbirine bağlı uzun cümleler kuramıyor. Vakıf olduğu bir konu yok kanımca ama, mış- gibi yapma konusunda deneyim sahibi. Birkaç yaşanmışlık  cümlesinden sonra koşulsuz hak verme faslına geçiyor. Temiz Türkçeden yanayım. Çok yanlış kullanıyor gençler. Noktalama işaretleri hak getire! Bitti! Türkçenin kısırlaştığını düşünüyor musun? diye soruyorum. Yo! Türkçe duru, güzel bir dil. Arapçadan, Fransızcadan, İngilizceden arındırılmalı . İyi de diyorum, örneğin Türkçede koymak, dayamak, sokmak kelimeleri pek çok anlam içeriği taşıyor. Yeni kelimeler üretemiyoruz. Aksine bence dışarıdan devşirdiğimiz kelimeler işi kolaylaştırıyor.Seçtiğim fiiller midesini bulanıyor. Bozuk patates kokusu gelmiş gibi burnuna. Küçümsüyor beni. Değişim kaçınılmaz. Etkileşim güzeldir. Noktalama işaretlerine gelince, onlar da değişmeye mahkum. Bize hizmet eden en doğru gramer yapısını ortaya çıkarmak gerekir.Sıkıyor sözlerim. Bu kadar beyin jimnastiği yeter.
    Beyaz gömleğin yakasından kocaman bir kolye akmış bacaklarına doğru. Böyle göz alıcı taşları var. Fosforlu gibi de, değil gibi de. Kaçamak bakışlarla beni süzmek istese de, gururu elvermiyor.
    Konu aşka gelince, duraksıyor. Yılışmak,  bozar!  Nasıl desem, ben daha bi avam, daha bi ayak takımı davranışlar içindeyim. Taşkınlıkları hoş görülen, mahallenin delisi kıvamında bir kadınım  bakışlarında. Duyguları ise, kontrol edebildiği bir makine. Gülümsediğini fark eder etmez, uyarıyor zihnini. Hişt gülüyorsun, kendine gel! Ne öyle, basit kadın gibi. Öyle mi ya, sen gerçek bir hanımefendisin!
     Kendini ikna edebilen birisi.
    Aşk gençlere yakışır, biz kocadık artık! Aşkın yaşı yoktur! A hiçte değil! Bizim şimdi huzura ihtiyacımız var. Kaç yaşında  acaba? 52 olabilir.  Kocana aşık değil misin? İlk aşkın mıydı mesela? Ne biçim soru  bu ya? Özeli bunlar insanın.
    Tamamen  fuzuli hissediyorum kendimi. Peki tamam!
    Oysa içine gömülen duygular fışkırıyor nefesinden. Saçlarından. Ayaklarından. Boyamazsa , silgiyle silinmiş hissi veren gözlerinden. Geçmiş, duygular, silüetler, kişilikler, anılar, yürek çırpınışları  bir sandığa kilitlenip üzerine çimento atılmış. Aşk, gülmek, taşmak bir hanımefendiye yakışmaz zira. Dışarı çıkarken kocasından gelen telefona  önce oflayıp sonra cevaplıyor.. Çıkıyorum. Sen git annemi al, getir! Akşam düğüne gitmem gerek. Mutlaka bulunmalıyız. Çok ayıp olur! Şimdilik sana ihtiyacım yok! Hoşçakal!
    Bana kalırsa,   arayan adam hanımefendinin uşağıydı. Ama o kocası olduğunu sanıyordu....
    İşte bu yüzdendi acımam. Yazık bulmam..

                                                                                                                                            sevgi..


       Yoksa hiç yok olmayacak bir duvar saatinden ne farkı olur insanın? Zamanı gelince çalan ve kendinin farkında olmayan...



22 Nisan 2014 Salı

Kulaktan kulağa

     Geçenlerde bir iletişim seminerine gittiydim  canımın içi dostlarım!  Kulaktan kulağa oyunuyla konuya  girizgah yaptı yetkili , bilgili şahsiyet inanır mısınız? Artık en baştaki  ne duyduysa en sondaki kişiden ''ananın pilavı''  diye bir ses çıktı. E arada 150 kişi var tabii. Gülüştük. Ahaha! İlahi! Annan planı oldu mu sana ananın pilavı. Sonra, süpersin oldu su perisi. Oyunu  kulaktan kulağa, kulaktan dudağa, dudak dudağa ve  dudaktan kalbe değiştirerek, gülüşerek oynamış olduk. Şunu güldürüklü ve unutulmaz  bir biçimde öğrendik ki; dolaylı iletişim yanlış anlaşılmaya açıktır. Ne derdin varsa, git,  direkt söyle!
     Sanki  direkt gidip söyleyince karşımızda anlayacak adam bulacakmışız gibi..o derece  kendinden emin bir oyun sanatı geliştirmiş sosyoloji bilimi.. Oyunu oynayınca herkes aydınlandı!! Yaşı geçkinler panik içinde. Yandakini dürtüklüyor amca. Neydi kızım, neydi kızım? Amca bi sakin ol! Amca sünnetçi değil, sükunetçi, sükunetçi! Amca bak, şansımı denemek istiyorum olacak! Sarışını değil!
   
      Doğru duymak yerine doğru anlamak üzerine oyunlar kurun sevgili sosyologlar. Anlamıyoruz. Söylenenleri anlamamakta ısrarcıyız.
     Misal, beyefendi sağa sinyal verip sola döndünüz ' e verilen  karşılık, sen ne demek istiyorsun? olmamalı. Ananın pilavını  demek istiyorum,karşılığını vermek en doğal hakkım oluyor o zaman bakın uyarıyorum. İşte sırf bu yüzden ilmihal gerektiriyor gündelik yaşam. Kadın hastayım diyor, adam o zaman ilişkimizi gözden geçirme vakti geldi diyor yahu! Neyse;
    Böyle zevkle başlayan seminer, çocuklara karşı nasıl davranışlar içinde olunması gerektiği açılımlarıyla daha da bi zevkle sürüp gitti. Çocukla konuşurken diz çöküp onunla aynı seviyeye gelin! Çocukla iletişimin sırrı bu hesapta. E ama  bizim kültürümüzde ironik atasözleri var; çocukla çocuk olma derler adama. Çocukla bir olanın çocuk kadar aklı yok! derler. Daha niceleri, yazmaya üşeniyorum.
 
    Çocuk deyince aklımda beliren tek kelime var. Merak. Çocuklara yalan yanlış bilgiler vereceğinize, onlara doğru ve gerçek bilgiyi sunun demeliydi sosyolog. Sabah uyandığında yüzünü yıkamazsa şeytan tarafından yalanacağına inanan bir sürü çocuk vardır. Ben de inanırdım. Yemeğini bitirmeyeni  de kurtlar, vampirler yer. Diz çökerek anlatırsın bütün bunları o çocukcağıza.

     Ben demek yok, biz demek var! mış! Benliğini kaybetmiş bir toplumda çok güzel bulmuşlar bu önermeyi de. Sadece kendini anlatan ve övünen  insanlardan kurtulmanın yolu olabilir. İletişimde kolaylıkmış  gerçekten. Ben değil de başka bi arkadaş var, o dedi! Sıyrılmanın en kolay yolu. Biz böyle uygun gördük! Sonuç kötü olursa hem risk hem olumsuzluklar paylaşılmış olur. Kimse prozac kullanmak zorunda kalmaz.
   
     Seminer çıkışında herkesin gözünde nurlu bi ışık. Artık kulaktan kulağa oyunu daha bi anlamlı daha bi bilge.Ve bana kalırsa, İletişim gerçek bir yetenek gerektirir, yeteneğin ortaya çıkıp, işlevselliğinin artması sadece ve sadece okuma ve benlik eğitimiyle olabilir diyorum canımın içi dostlar,

     Auguste Comte' un mezar taşında yazdığı gibi,
İlke olarak aşk, temel olarak düzen, amaç olarak ta ilerleme.
                                                                                                                             sevgi..