Hakkımda

Fotoğrafım
hiçbir zaman eşkenar üçgenin dik açılarının toplamı ilgimi çekmedi.İlgimi çeken tek şey aramızda sinsice yaşayan pezevenklerdi....

18 Nisan 2017 Salı

Şaşırabilir misin?

Ülke için ne çok şey söylemişliğimiz var! Dilimiz şiş geziyoruz. Bıktırana kadar!
 Bir söyle bin ah işit!
Yolda yürüyen her iki kişiden ikisi memleketi çekiştiriyordur. Valla, duyar muhabbete katılırsın. Argümanı boldur konunun.
İlginç ama bir o kadar da zengin kültür çeşitliliği.

Gerçekte ise,  cennetin fani  versiyonudur canım coğrafya. 4 mevsimini de  en tumturaklı hava koşullarıyla yaşarız. Yalan değil, gerçekten de kışlar soğuk ve yağışlı, götün donar, buz kesersin ve tabi, yazlar sıcak ve kuraktır da pişik olur ağlarsın. Kolay değildir bu topraklarda yaşamak. Dayanıklı bünye ister. Sabah yaz sıcağına uyanıp, akşam evine dönerken içinin soğuktan titrediğini anımsa. Sınırsız meterolojik  fantazi kurabiliriz.İnsana, kültüre, duygulara siner iklim.
İstanbul'dan kalkıp Urfa'ya gittin miydi dumura uğrarsın! Hala ülke  topraklarında olduğuna inanman için kendini çimciklemen gerekir. Giysilerin farklıdır. Dilin, mizahın, adalet duygun, aşkların, yemeklerin... Yabancısınızdır birbirinize vesselam. Ama kimin kimden daha üstün, daha iyi, daha sağlıklı,daha mutlu olduğunun cevabını kimse bilemez.. Çünkü neden, çünkü yoktur böyle bir cevap. Fakat yabancısınızdır birbirinize.Öyle bir  yabancılıktır ki bu, Balıklı Göl' e dilek bozukluklarını atarsın plip plip, Hz. İbrahim'in, kulağa pek de inandırıcı gelmeyen öyküsünü dinlersin, sıra gecesinde yanık türküler çığırırsın, mırra yudumlarsın acı acı ve oradaki varlığın Turist Ömer konseptinden öteye geçemez., bakınır durursun mel mel, kendi ülkenin topraklarında olduğuna inanmaz inanmaz. Çöl sıcağına beyaz pamuklu şalvarlarıyla katlanan insanların misafirperverliklerine hayran kalırsın da eve dönünce bir hafta kafa sikersin. Tahinle pekmez kadar farklıyızdır, evet  ama, bu karışınca pek lezzetli bir tat yakalayabileceğimizi de gösterebilir??  Ketçapla mayonez de olabilir!! Rakıyla balık da!Lahmacunla ayran da! Uzatıp bayıltayım mı?

 Hayatta kalmanı sağlayacak sebzeyi- meyveyi - balığı - eti- yumurtayı- odunu- kılı- tüyü verir bu coğrafya. (Biz alamayız başka, ya da almak isteriz de vermezler,  o da başka)
Medeniyetlere beşik olmuş haritaların ev sahibi. Ne desek az . Ta Orta Asya'dan indik dört nala boru mu? Anadolu'da yurtlandık. Savaşmak de sen bize!! Günlerce aç bırak gıkımız çıkmaz! Sıcağa, soğuğa, açlığa, kıtlığa, şiddete, boyun eğmeğe, sömürülmeye dayanabiliriz. Genetiğimiz eşsiz şekerim

İnsan nüvesi de fena değildir!! Bazen çok tatliş oluruz birbirimize karşı, ama bazen koduk mu oturturuz. Değişik kafada insanlarız. Aşktan boğazını sıkarız sevdiklerimizin.  Öfkemiz, sevincimiz abartılıdır azıcık! Zararımız, kendimize! Aynı ramazandaki koka kola reklamıyızdır. Fazlası var eksiği yok. Tanıdık tanımadık insanlarla upuzun masalar kurmakta bir beis görmeyiz. Bugün oruç tutan akşama birahanede iftar yapabilir. Normaldir yani. Sıcak, insan canlısı yaratıklarız abartı değil. Tavşan boku gibi deriz duygusuz, soğuk bulduklarımıza. Onları öteler, mümkün mertebe irtibat sağlamayız.
 Gürültülü, kalabalık ,abartılı ve son dakkacı, çok çok az da, sahtekar! Kolayca bokunu çıkarabiliriz her şeyin! Olabilir! Tanımadıklarımıza borç verebilir, ertesi gün tahsilatını yapamayınca topuğuna sıkabiliriz. Düğünde sevinçten havaya bir kaç el ateş açar, balkonunda çayını yudumlayan amcayı kim vurduya da götürebiliriz! Olur ! Olmuşluğu belgeleriyle sabittir.

Şaşırma sözcüğünün kendisi, söz konusu 'biz' olunca feleğini sapıtır. Örnek verelim;

70'li yıllarda, 'Galata Köprüsü' nü satan Sülün Osman'ı bilenler bilir! Tramvay, köprü, saat kulesi gibi kent mobilyalarını fevkalade  pazarlayan  değerli  bir şahsiyetti.Müşterilerini son derece makul fiyatlara Eminönü'nü Karaköy'e bağlayan köprünün sahibi yapardı. Yapabilirdi! Hacı-hoca tayfasına cennetten arsa satmışlığı olan deha dolandırıcıydı kendisi. İstanbul Üniversitesinin bahçesini bile gözünü kırpmadan satmıştı. Düşünsene, köprü sahibisin! Sülün Osman sayesinde. Bizi biz yapan değerlerden birisi de, bu denli zeki dolandırıcılara sempati duymamızdır. Gülümseriz, ama asla şaşırmayız! Ceza alsın istemeyiz! Yine böyle komikli dolandırsa  da saftirikleri, bizde konuşsak diye bekleriz. Şaşırmayız kendimize de!

Günümüzde dolandırıcılar hem zeki hem  karizmatik. Ülke toprakları bize sorulmadan satılıyor da hiç hayretimiz uyanmıyor mesela. Tarihi eserler, kamunun malları, ormanlarımız, plajlarımız. Gönlümüz gani! Sever, sempati besleriz dolandırıcılara.

Komşu ülkelerle komşuluğumuz men dakka dukka düzeyindedir ki, son yıllarda savaştan kaçarak ülkemize sığınan Suriyeli mülteci komşuların ingilizce konuşabildiklerine de çok şaşırmadık. Eğitim sistemlerini bilemiyoruz! Biz bizimkini biliyoruz! Bombok olduğunu!  Biraraya gelince konuştuklarımız, iş toplumsal çabalara gelince derin bir sessizliğe dönüşür. Herkes sessizce evinin yolunu tutar. İstanbul'daki de Urfa'daki de...

Bizi ne şaşırtabilir ki,

Hak talep etmek! Samimi söylüyorum, insanların ne giyecekleri ve nasıl yaşayacakları konusunda kendilerinde bir karar mekanizması oluşmadığına dair inancımız tamdır.. Etek boyu, meme çatalı, kalçaları ortaya çıkaran taytlar, türban yada saç sakalla bozmuşluğumuz vardır. Bir erkeğin karısını kıskançlıktan öldürmesini değil, kadının erkeği kıskandıracak tutumuna  içerleriz.Eğitim hayatının sonuna geldiğinde karşımızda  yaratıcı, güçlü, özgür gençleri göremeyince, sisteme ve buna yol açan sözde politikalara karşı çıkacağımıza o genci itin götüne sokarız. İyi bir eğitimin hak olduğunu düşünmeyiz çünkü. Bunu talep edene şaşırırız. Özgürce sesini yükselteni yok ederiz. İsteriz ki, bizimle kapıların ardında konuşsun fısır fısır.

Şimdilerde ülkenin farklı bölgelerinde farklı yaşam tarzlarına imza atanların artık turistik bile olsa  beraberliğinden söz edemeyiz. Eğitim, ekonomi ve vergilendirme hepimizin anasını ağlattı çünkü.  Görür gözümüz yok kimseyi.

Coğrafyanın bir suçu yok, vermiş vereceğini. Şu cennet topraklarda açlık, yoksulluk, işsizlik ve umutsuzluk içindeysen dur da bir kere etrafına bak! Mis gibi tarım toprağı var, envai çeşit bitki var, hayvan otlatmaya çayır çimen var, üç yanın deniz, ormanlar nehirler var. Varoğluvar! Ee ne o zaman? Nedir bizi böylesi yok edip öğüten çark? Yaşamın, anın tadını çıkarmamıza engel olan şey, ne ola?
Seni yönetiyorum diyenler kusurlu olabilir mi acaba? Yaratıcılıktan uzak olabilirler  mi acaba? Bencil olabilir mi acaba?

Senin ihtiyacın olan tek şey iyi bir eğitim ve sonra kendi iradenle kurduğun yaşamın. En temel hakkını talep et! Et ki, güzelleşsin dünya. Kendin için, çocuğun için, arkadaşın komşun için. Hayata dokunman için. Urfa'da tanımadığın ama ileride tanışacağın  bir küçük için.
Cennet vatanın  şehit olacak gençlere değil, ülkeyi gönençli günlere çıkaracak gençlere ihtiyacı var. Dahası herkese ihtiyaç var. Mesela sana verilmeyenlere şaşırmakla başlayabilirsin! Ben devlet dairelerinde yerini hak etmeyen kişilerle karşılaşınca çok şaşırıyorum. Tepeden inenlere. Maaşın temel ihtiyaç ve faturaları ödeyince bitivermesine. İktidara yakınların işlerinin tıkır tıkır yürümesine de. Dahası tüm bu olan bitene şaşırmayan bu ülke insanına şaşırıyorum. Dünya devletlerinin  vize işlemlerinde her birimize potansiyel terörist ve mülteci muamelesi yapmasına şaşıyorum ki o kadar olur. Tüm bunlar için dertlenince, bana daha ne bekliyodun ki, şaşırma diyenlere de...

Bu güzel ülkenin insanı olarak dünyaya gelmiş olmakla nadir şanslılardan olduğumuzu düşünüyorum. Doğru ve pozitif eğitim bu ülkede hepimizin mutlu olmasını sağlar buna yürekten inanıyorum. Her gelen iktidarın  allah kelimesini haykırdığında uyuşan beyinler yerine, yeni bakış açıları, sorun çözme teknikleri geliştiren insanlara dönüşmemiz çok mu zor? Hayır! Değil!

Geçenlerde uyanığın biri yine bizim tatlı su kurnazlarından birine 150 bin dolara dolar makinası satmış! Ne tatliş !Öldüm gülmekten! Hele şu telefonla ben polisim paranı çek bana ver yoksa pkk hesaplarına ulaşmış diyen adamlar! Kaç mağdur var aranızda?

Bak ne diyorum!!
Uykuya yatma,
Rehavete kapılma,
Şaşır!
Haykır!
Korkma!

Bir de eğitim sana gelmiyorsa, SEN O' NA GİT!






























22 Eylül 2016 Perşembe

Ben Bir Feministim

Biz senin gibi feminist değiliz ama, demişlerdi. Demişlerdi de, ben, bana ne anlatmak istediklerini pek anlayamamıştım doğrusu. Çok üstümüze gelme, ne halin varsa gör! tavrı mıydı? Hayat bize güzel, ' sıçmışım kadın haklarınıza '  tavrı mıydı? Bilemedim !
Feminizm nasıl bir şeydi, o ' şirin'  kafalarında?   
Sanırım şöyle; biz böyle mutluyuz, ekmek elden su gölden yaşayıp gidiyoruz. E doğal olarak bedelini de ödüyoruz, karıştırma kafamızı, var git yoluna be kadın! Evet, tam olarak söyledikleri buydu. 
Feminist yaklaşımlar, özellikle kadını yeniden ' ev kadını'  kimliğine geri döndüren, ülkede huzur kaçıran, ayar bozan bir yaşam formülüydü sanki.  Feminizmin savunuculuğunu yapan kadınlara ' erkekleşmiş kadın' yaftası yapıştırıldı, birahane, bar, pavyon basarak  erkek egemenliğinin en düşük  seviyelerde ilan edildiği  mekanlarda, istediğimi yaparım mesajı verenlerin tiksinç protestoları genel görüşe mal edildi.  Tabii ki daha sonra roller son derece adaletsiz olarak dağıtıldı.  Sonuçta  kadınlar  kendilerine düşen payla yetinmeyi öğrendi ne yazık!
Kendilerine düşen pay derken, bal börek değil ha! 
Evde yaşlı ve çocukların karşılıksız  bakımı, ev halkının ertesi gün okul ve iş yaşamına hazırlanması, beslenmeleri, evin temizlenmesi, eldeki parayı bir ekonomi profesörü gibi efektif  harcama zorunluluğu, kalan parayla birikim yapması, gerekirse ev bütçesine ülke ekonomisinde  hiç bir değeri olmayan el işleriyle katkı sağlaması, hayat arkadaşım dediği erkeğin öz bakımından sorumlu olması ve onu hoş tutması gibi (muğlak bir konu bu hoş tutma olayı) en birinci görevleri arasında olan kadının, üzerine yapışan bu rolden sonsuz mutluluk duyuyor olması bence imkansız. 
Belki çatışma istemiyor olabilir ancak gittikçe,  toplumsal düzeyde yok olan  kadın doğurarak ve hizmet ederek varlığını sürdürebiliyor bunu görüyoruz. 
Cinsiyet ayrımcığı yapıyorum,
Çünkü;
 Eğitim düzeyleri  denk olan   bir erkek ve bir kadın  aynı  iş yerine başvuru yaptığında öncelik erkeğin  olduğu için.
Kadın işe girmeyi  başardı diyelim,  erkek mutlaka daha fazla ücret alacağı için.
 Performans önemli değil,  erkek önce terfi edecek,  erkek egemen toplum, başarı  basamaklarını  kadın  için el birliğiyle  yıkacağı için.
Eşlerin çalışan olduğu bir evlilikte, çocuğun  hastalık ve tedavisinin  tümüyle annenin sorumluluğunda algılanmasına toplumun verdiği destek için  .
Bir kadın evlenmeyerek kendini kariyerine adasa bile , aynı pozisyondaki erkeğin bilmem kaç çocuk yaparak  torun torbaya  karışabilmesinin aldığı alkış için.
Yolunun geçtiği  okullarda kaç kadın müdür tanıdın mesela?
 Ceo olmuş kaç kadın var ? Başhekim? Rektör?  Cumhurbaşkanı?
Sayılar komik!
Madem kapitalizm denen bir illet  dünyayı sarmalamış, o halde kartlar eşit dağıtılsın ki, herkes geçimlik parasını  üzülmeden, ezilmeden, hileye uğramadan   kazansın değil mi efendim ? Madem üniversiteler kurulmuş kadın ve erkek için! Madem  eşitmişiz  ''gibi'' bir takım triplere girilmiş! Gereği neyse yapılsın!
Hiçbir kadın, erkek dünyasının   tüm bu dayatmalarından  mutlu olamaz. Olmamalı! Yani en azından deli değilse...
Evet pozitif ayrımcıyım,
Aşk kavramını yerleştirmeye çalışıyorum düzenin  bir yerlerine, donların ucunda asılı kalıyor . Aşk bile eşitsizlikten öldü. Bizde manyak gibi, romantizmin göbeğinde eşitlik eşitlik diye bağırmayacağız ama, kadın ilişkide yönetilmeye, pasif  nesne olmaya, kendisini ilgilendiren kararları tek başına almamayı ve gönüllü bakıcılık yapmayı öylesine içselleştirmiş ki, gayrısını onun da yüreği taşımıyor.Üzülüyor, kabul görmeyeceği endişesi sarıyor benliğini. O yüzden patrial kabulleri yüksek. Feminist insanların aklını çeleceğinden korkması. Sevişirken yarın ne pişirsem diye düşünen pek çok kadın vardır feminizm düşmanı.
Sonuçta  feminizme olan  tepkisini  eğitimsizliğinin ( buradaki eğitimsizlik daha çok uzgörü sahibi olamamak, ya da analitik düşünememek anlamında)  ötelenmişliğinin, değersizleştirildiğinin farkına varmaksızın gösterebiliyor. Sıkıntı tam da bu noktada başlıyor aslında. Acaba ' erkekleşmiş' olan kim? Dişiliğini bodruma saklamış olan hangimiz acaba?  İşte bu duru görü gelip yerleşemiyor bir türlü. Neden? Çünkü çatışmaktan korkuyor. El yordamıyla yaşıyor günü. Erkek sisteminin  değersizi, bedel ödeyeni olmaya onay  vermiş ve çoktan erkek kafasını yaşamaya başlamış haberi yok!

Evet ben bir feministim; var olan saçma sapan düzenekte varlığımı ve  aklımı korumaya çalışıyorum. Özgür iradesini erkek hayranı bir topluma  teslim eden kadınları anlayamıyorum. Tek derdi beğenilmek, rekabet ve ''gibi'' yaşamak olan kadınları da. Onları dar alanlara sıkıştıran toplumu da. Anlamak istemiyorum.
Ama,
Özgürce attığımız çığlık bir gün sağır edecek kulakları ve  bozacak bütün oyunları bunu biliyorum. Görebiliyorum. Kendine bile hayrı kalmayan sistemleri sikip atacak kadın. O yüzden, her gün kadına, kadınlığa yönelik saldırgan yaklaşımları göreceğiz, maruz kalacağız. Ama o, beklenmedik  gün gelecek!  İşte o gün, ne kapitalist kahkahalarınız ne muhafazakar kılıflarınız ne de hayvani egolarınız  kurtaramayacak gemilerin batışını.
Belki 100 yıl, kim bilir belki de 200 yıl sürecek döngüyü tamamlamak. Sorun değil! Kadının bölünmez bütünlüğüne ulaşması için uzun zamanlar olmasa gerek bu rakamlar. Kadınlığının farkında olanların yetiştirdiği jenerasyonlar güzelleştirecek dünyayı.
Tüm cinslerin  varlığını kutsayan insanlar yetişecek, inanıyorum!
Biliyor musun, yaşadığın depresyon, tatminsizlik hali '' diğerinin'' yaşam alanını daraltman  ve O' nu boğmandan kaynaklanıyor. Görmüyor musun?
Gevşe biraz ' erkekleşmiş kafa'  !
Cinsleri işine geldiği gibi ayıklama! Hükmetmeye, baskılamaya uğraşma!
Birlikte harikalar yaratabiliriz...
ÇÜNKÜ NEDEN OLMASIN?













24 Şubat 2016 Çarşamba

Ben Kimim

Yaşamın kendine özgü sırları vardır  tabiki.
 Keşfedersin, farkına varır şöyle bi silkelenirsin, acı çekersin, bedel ödersin  o ayrı ama, kütük gibi hissiz, bencil, duyarsız biri olur, zevklerin  ve eğlenceli zamanların için varlığını  kutsar isen cama yapışan bir yağmur taneciği gibi silinir gidersin yeryüzü cennetinden. Pek çoğu da silinip gitmeye mahkumdur. Çünkü zordur yaşamın hakkını vermek.
Ne demek lan yaşamın hakkını vermek? diye mırıldanabilirsin şekerim!
Yaşamın hakkını vermek, kendi payına düşen bilinç perdesini sonuna kadar açmandır diyebilirim bende sana. Yüksek bilinç . Farkındalığın doruklarında gezmek. ''sözsüz iletişim'' in kitabını yazacak kadar usta olmak. En önemlisi de '' kendine'' doğruyu ama yalnızca doğruyu söyleyerek en acımasız eleştirilerini göğüslemek. Kendini eleştirmek. Saçma geliyor mu? Asıl dayanılmaz gelen diğerlerinden duyduğun eleştirilerken, insan neden kendini eleştirsin ki? Her sabah aynaya bakıp saçım olmamış, yağlanmışım gibi fiziksel ayrıntılar konumuz dahili bile değil, onu söylemeliyim. Her sabah uyandığında sorduğun soru şu mu örneğin kendine? Ben kimim? İşte can alıcı noktamız tam da burasıdır. Ben kimim? Ben kimim? Ben kimim? Sor şimdi  bu soruyu kendine! Yüksek sesle. Hadi  sor, durma! Bi düşün! Kendin için vereceğin cevaplar mesleğin, yorgunluğun,  aile hayatın, seçtiğin-sevdiğin yemekler, hoşlandığın kişiler, hobilerin,  en fazla 5, bilemedin 10 yıllık planlar ve belki de hayaller, ve sonuçta  nefrete ya da sevince  vereceğin tepkiler. Bu kadar. Hiç kusura bakma, bundan öte yol yok. Bu kadar işte! Sana da anlamsız geldi mi? Bana geldi!

Ben kimim sorusu yerine, bıkıp usanmadan yinelediğin soru şu; ben ne olacağım? Öylesine merak ediyorsun ki, yarının sana neler getireceğini aklın şaşar. O yüzdendir ki falcılar, tabirciler dünyanın en zengin insanlarıdır. Sırf sen kendine karşı dürüst olamadığın için meditasyon denen bir müessese kurgulanmıştır. Neden? Seni rahatlatsın diye! Vicdanını ve o arap saçına dönmüş kafanın içini huzura erdirsin de, sen kendinle yüzleşme diye . İşe yarıyor mu? Mümkün değil! Matematik ortada.

 Bataklığı kurutmadan, çimler yeşeremez.

Farkına varmadan söylediğin bir sözün, takındığın bir tavrın büyük yıkımlara yol açabileceğini düşündün mü hiç, örneğin? Dürüst ol!

 Hiç çalmadın mı? Hiç içgüdüne yenilmedin mi? Hiç kıskanmadın mı? Hiç kandırmadın mı? Hiç yalan söylemedin mi? Hiç ayak kaydırmadın mı? Hiç çıkarların için sineye çekmedin mi? Hiç kaçmadın mı?   Hiç ölsün istemedin mi? Sana sorulan soruları hiç bilemediğin oldu mu? Hiç cimrilik etmedin mi? Hiç har vurup harman savurmadın mı? Hiç ölü kadar hareketsiz kaldığın, kılını kıpırdatmadığın zamanlar örneğin, olmadı mı, hatırlar mısın acaba?

Olmadı diyorsan, sen bir amipsin. İnsan olmak yok saydığımız çirkinliklerle yüzleşebilmek, eğitebilmektir de biraz.
Tabii tüm sorgulamalarından pür- i pak çıkıyorsan...kanatsız bir meleksin.

Birbirimize karşı neden küskünlükler yaşarız, düşündün mü? Çünkü kusurlarımız ortadadır ve biz bunları görmek istemeyiz.. Birisi gelip, duymak istemediğimiz doğruları söylediğinde, nefret çukurunu kazar ve o kişinin üzerine toprak atarız. Kusurlarla yüzleşmektense, insanı yok saymak işimize gelir. Çünkü ''mükemmelik''  zırhına kuşanmışızdır artık. En doğruyu en güzeli tabii ki  ''ben yaparım''  fikri  çoktan çürütmüştür zihnimizi.
''Dinlemek'' ne denli önemlidir. Çocuğunu bile dinlemiyorsun. Hayal ettiğin mükemmel çocuğu arıyor gözlerin. Sadece kendi sesin yankılansın istiyorsun.
Bir eğitim sırasında ergeni  olan  ebeveynlere sorulmuştu;
-Çocuğunuzun iyi özelliklerini söyleyin.
Pek azı mırıldanırcasına ; merhametlidir, saygılıdır, derslerini günü gününe yapar gibi ele avuca gelmez laflar sayıklamıştı.
-Peki kötü özelliklerini sayın dendiğinde ortalık gürültüden durulmaz hale gelmişti. Bir insan yetiştirmiyor da evde bir yaratık besliyor gibiydi hepsi. Gördüğün gibi en sevdiğine çocuğuna bile düşmansın. Dinlemiyor, duymuyorsun! Senden adam olmaz.

Hastalık derecesinde duyarsızlık kendini tanımamaktan geçer. Hani pelesenk olmuş bi laf var ya; uyuma Türkiye! Heh işte bireysel bilinçsizliğin toplumsal hareket ve kodlara yansıma halinden başka bir şey değildir.

İleri yaşlarda bunları farketmen, ölümcül bir hastalığın ileri tanısı gibi olur ki, bırak tedaviyi  ölümden kurtulmanın yolunu bulamazsın. Tüm zamanın sahte sevinçlerin ilacını içerek geçer ancak, ilacın yan etkileri daha da kötüdür.

Sorulacak ilk soru; BEN KİMİM olacak. Anlıyor musun  şekerim? BEN KİMİM. Bakalım içini ne kadar dolduracaksın? Süren sınırsız değil.'' Bu günkü hayatımı geçmişte verdiğim hangi doğru-yanlış kararlar üzerine kurdum'' sorusuna geçtiğin gün  içsel yolculuğun sana rehberlik edecek.
UNUTMA,
Sen mükemmel değilsin!
Kimse değildir! Her birimizde  eksik, kusur, hastalık vardır. Kimse heykel kadar pürüzsüz  olamaz.
Zira aşkla mutluluk, parayla mutluluk, başarıyla mutluluk, çocukla mutluluk olmadığını görecek, en çaresiz anlarında neler yapabildiğine kendin bile şaşıracaksın..


                                                                                                             Sevgiyle kal..






















13 Şubat 2016 Cumartesi

Şükran

     Doğa bahara döndü. Çayır çimen sevinç içinde. Bahçe korkuluğu  mazılar yol boyu yeşile kudurmuş. Sümbüller mis. Salkım salkım dalında.
     Güneş hayasızca odada. Işık huzmesi, sıkı sıkıya örttüğüm koyu renk perdeleri delerek üzerime yağdı. Sadece, evet sadece bu sisli ışıltı bile yeterlidir yaşama tutunmak için. Oysa biliyor musun, benim gönlümdeki sevinç, gözlerimi açar açmaz dağılıp, kayboluverir her sabah. Kaç kış, kaç bahardır böyleyim?
     Güneşin odamda boy göstermesinden saatler önce, tanımlayamayacağım bir güç tarafından dürtülerek uyandırılıyorum. Alıştım. Haydi bakalım, dön sağa dön sola. Hatıraları terbiye edemiyorum. Ağa takılan milyonlarca balığa dönüşüyor mazi bende.
     Uyumuyorum artık bende.Uyumuyorum dediysem, geceleri. Oturuyorum kukumav kuşu gibi.
     Yalnızlığım, bikesliğim  karım Şükran'ın  toprağına kavuşmakta aceleciliğindendir. Hasta olduk mu, bir çorba kavuranımız olmazdı. Ama yalnızlığa karşı sarsılmaz direncimizin varlığıyla birbirimizi şımartırdık. Bugün yaşadığım yalnızlık gibi değildi o günler. Şimdiki düpedüz  kimsesizliğin yalnızlığı.
     Hayattaysam da bugün bunu, kitap okumama borçluyum, biliyorum.
     Güzelim Şükran. Mavişim benim. O iri gözler içinde camgöbeği bakışları özledim. Eşek sıpası, her ay maaşını alır almaz sayıkladığım kitapla çıkagelir ve beni ne denli mutlu ettiğini fark etmeksizin, adeta evde eksilmiş bir erzağı yerine koymanın sevincini duyumsardı. Fark etmeksizin diyorum çünkü Şükran, ''okur'' değil, ''okuyucu'' ydu. Çok okunanlar listesine bakıp alır, tatile giderken alır, benim tavsiyemle alır, iş yerinde arkadaşlarıyla takas için alırdı. Bir kitaba ''manyak'' gibi aşerdiğine hiç şahit olmadım. Bu yüzden arzuladığın kitabın avuçlarının arasında nasıl mutluluk kaynağı olabileceğini fark etmesi imkansızdı. İnanır mısın, o kimselere veremediğim kitaplarım da, içimdeki bozgunu durduramıyor. Yine de onlarla oyalanıyorum.
      Temiz pak yıkanıp paklanıp sahafa gitmeyi iş ediniyorum kendime. Papatya dolu çimenlerin kokusunu çekiyorum derin derin. Sonum pek renksiz geçiyor doğrusu.
     Bir yerlerde mi okumuştum ne? Uyduruyor da olabilirim. Şu cümle, benim hayatımın özeti olmayı hak ediyor...
    Önce ruhlarını teslim ettiler, ölesiye bıkkınlıklar içine.
    Bende ruhumu ve ölümsüz bıkkınlığımı sizlere bırakıyorum. Eğitimli ve hoş görülüdür. Ama adı bıkkınlıktır işte. Ben Şükran'ıma sevincimi, çoşkunluğumu götüreceğim.
     Dünya ölmeden ölmek için harika bir yermiş. Yaşanan her an baş yapıt tadında dev bir prodüksiyon. Bıkkınlık veren komedi.
     Bu yaşlı adam ne yaşamış böyle deme bence, sabırlı ol, tek tek anlatacağım bir gün . On insan ömrüne sığacak hikayelerim var benim. Yalnızca o gün bu gün değil.
     Haydi, önümüz bahar, tadını çıkar....
     Komedi  tiyatrosunda yerini al.



   
     






31 Ocak 2016 Pazar

Bir tek uyanık yeter

     Kadın  olmanın ne denli zahmetli, ezik, zavallı  bir yaşam gerektirdiğini yazdılar, çizdiler, anlattılar gözümüze soktular. Doğrusu bu ya, algı operasyonu binlerce yıldır başarıyla yönetiliyor. Kadının değersiz, ''olmasa da olur'', aklı kısa varlığına  y  kromozom  taşıyıcısı olarak, bazen ben bile inanıyorum. Neden?

     Çünkü.....
     Tatilde eve  güneş enerjisi için tamirci çağırmam gerekti. Aradım. Dedim kardeşim, soğuk suyla götümüz donuyo...şaka şaka, tanımadığım  insana  der miyim hiç öyle şeyler! Neyse, dedim ki  beyefendiciğim, güneş enerjisi deyince tüm Ege Kıyıları   zat-ı alinizden  sorulurmuş. Lütfedip bizim alete de el atarsanız size çok müteşekkir kalırız. Ücret konusunda ise dilediğinizi yapabilirsiniz! e kadar getirdim mevzuuyu. Tabi  canım , böyle de demedim. Anlayış kapasitesi sınırlı bir insan olan tamirciyi uygun bir dille çağırdım. Dedi abla 1-2 saate geliyorum, malum sezon şimdi. Hay gözünü yediğim, 1-2 saat dediğin nedir yani! O gün gelmedi. Ertesi gün tekrar aradım. Bana neden gelemediğine dair bir çuval laf döktü. Olabilirdi. Tamam,  bugün mutlaka gel!  Tabii ablacığım yarım saate oradayız. Yine yok. Adam  tek tamirci, bi çeşit  ''gebe''  durumu mevcut anlayacağın. Küfür ederek aramızdaki ilişkiyi sarsmak istemiyorum doğal olarak. Sonra aklıma daha iki gün önce  arkadaşımla  lafladığımız, kadına  iş hayatında layık görülen hizmetçilik, kasiyerlik ve çocuk bakıcılığında  kariyer  muhabbeti geldi. İkimizde hemfikirdik. Kadın ötelenendi.Ama o oyunu kuralına göre oynuyordu. Kadınsan nerede durman gerektiğini bileceksin görüşündeydi. Böylelikle toplumsal cinsiyetçilik batmıyordu kendisine. Ben ise, ataerkillik bir bina olsa dibine ilk dinamiti yerleştirecek kadar anarşist. Haksızlıklara gark olmuş kadim kadın. Öylesine  geldi geçti  aklımdan  işte. Tamircinin tavrı  feminist duygularımı kaşımıştı. Kocamı kestirdim gözüme. Telefonu uzattım. Dedim, ara şu adamı, sert yap, gelsin hemen. Aradı. Kardeşim, bizim hanım seni kaç gündür arıyor, gelecem deyip, gelmiyorsun. Gelmeyecekcen söyle, bakalım başımızın çaresine.
      Biliyor musun 20 dk. sonra geldi tamirci. Arkadaşım haklı çıkmıştı. Kadın olduğum için kaale alınmamıştım.
      Aslına bakarsan ataerkil algının büyük mürit  kitlesi kadınlar. İnançları öylesine sarsılmaz ki, en iyi çocuk bakıcısı, en bomba pasta yapıcısı, en temiz ev sahibi olma, yolunda master tezi yazarlar. Para kazanmayı gerektirecek ciddi ve önemli işler erkeklere aittir.
     Yapılan bir araştırmada erkeklere sormuşlar, hangi kadın sana daha çekici geliyor?
     Yönetici, doktor, sanatçı, mühendis, tezgahtar.
     Anketin şampiyonu tezgahtar kadın olmuş örneğin. İlginç değil mi?
     Ardından  akıllı kadın mı, seksi kadın mı sorusu. Tabi ki de seksi şempanze bebeğim ne sandın! Her yaştan erkeğe yöneltilen sorular bunlar. Birlikte olduğunuz kadının eğitimli olmasını ister misiniz? Çok büyük çoğunluk, yok yauw  farketmez demiş. Nefes alsın yeter geyiği doğruymuş meğer.
     Kadınlara yöneltilen sorularda ortaya çıkan sonuç şu; ben tipine de bakarım ama, eli ayağı sağlam olsun çalışsın 1, gelecekle ilgili sağlam planları olsun, parası da olsun 2, beni sevsin, kıskansın ve sahip çıksın 3. Kadın da espritüel , zeki, sosyal bir erkek peşinde değil gördüğün gibi. Algı bu! Ama değiştirilemez değil.
     Gelelim ''kadın şiddeti'' ne. Bir kere toplumsal cinsiyetçiliğin ruhuna aykırı bir kavram. Çünkü şiddetin de cinsiyeti olmamalı. Zira şiddet görmeyen canlı yok yeryüzünde. Bu top yekun bir direniş olmalı. Bir çocuk ya da bir kedi,  bir kadından daha az acı çekmiyor ki. Fiziksel şiddetin verdiği acıyı, yaşayan her canlı duyumsuyor. Öyleyse nedir ''kadın şiddeti'' saçmalığı? Medya ve toplum bu algıdan nemalanıyor çünkü.
     Bekaret kilidi üretmiş insanlık ötesi var mı? İç çamaşırından, biber gazına kadar pazarlanan  her şey cinsellik ve şiddet kokmuyor mu?
     Kadına zayıflığı pompalayan kim, medya, hatta bazen sanat.
     Kadın zayıf, zavallı değildir dostum.
     İnsanlığın olduğu yerde ise  suç kaçınılmazdır. İlginçtir, toplum yine her türlü suçu affediyor , tecavüz hariç. Tecavüzcülerin cezaevlerinde !kendilerini !  şişlemeleri, asmaları bunun en somut örneği. Affedilmez tek suç tecavüz suçudur. Yani bilimsel veriler böyle. Bir kadının ya da erkeğin sokakta, çocuklarının gözü önünde öldürülmesini toplum affediyor anlayacağın. Kadın cinayetleri değil konuşacağımız, suçun ta kendisidir.
     Evlenene kadar hiçbir cinsel deneyim yaşamadığı varsayılan namusun yeryüzündeki kalesi kadına hazırlanan çeyizleri getir gözünün önüne. Babydoll mü ararsın, g string donlar mı, jartiyerler mi...Şimdi hiç  cinsellikle tanışmamış genç kadın  için bu hazırlıktaki  iki yüzlülüğü biri bana anlatabilir mi? Ya da önüne çıkan her kadın için vazgeçilmez seks makinesi olduğu kabul edilen genç erkek algısını. Yaşını başını almış her insan tüm bu olan bitenin saçmalıktan ibaret olduğunu görebilir.

     Genç insanların 1 gecede seks tanrıçası olmasını beklemek ve onu zevkten göklere çıkaracak erkekle birlikte zifaf odalarını düşlemek, sanırım  en kolayı. İnsan ve toplum olarak üzerimize düşeni layığıyla yaptığımıza inandıralım kendimizi. Zifaf namustur, şehvettir...
     Oturduğumuz  yerde şiddeti kınarız hepimiz ne var yani! Sokakta bebeğini, çocuğunu  hırpalayan anne-babalar  görmüşsünüzdür. Arkana yaslan ve hatırlamaya çalış, müdahale ettin mi? Hesap sordun mu? Yetkili birini çağırdın mı?
     ''Değer vermek''
     Sihirli sözcük. Değeri de ancak kendine saygısı olan insan verir. Kendine saygı da gökten zembille dağıtılmıyor. O halde ''kadın cinayeti'' ''kadına şiddet'' diye yırtınma! Çünkü dostum,
     Eğitim şart!
   
   
   
   




     

28 Ocak 2016 Perşembe

Hayal et!

       Düşünmeye bile kıyamadığım hayallerimi beklentilerimle zehirledim.
       Adı üstünde hayaldi onlar. Hiç aklıma gelip çöreklenmemiş gibi yapabiliyorum pekala. Hiç, gelmemiş gibi. Öfke nefret aşk değil ki, haykırayım, kusayım!
       Yok sayabilir, bir köşede yıllarca mışıl mışıl uyutabilirim.
       En kolay gömdüğüm şey, hayallerim oluyor  her defasında. Çok acıklı !
      Oysa, hayallerimi görünür kılan kelimeleri çağırmak, onları görünür kılmak için bir elektrik düğmesinin üzerine basmaktan başka bir şey değil. Bu  gerçeği 5 yaşından beri biliyorum ne çare!
       Büyük bir soğuk hava deposunda sakladığım '' yaratıcı düşüncelerim ve insanlığa yol gösterecek dünya görüşüm'' var oysa. Günü geldiğinde çıkarıp kullanacağım hepsini. Duyacak insanlık.
        Varlar. Varım anlayacağın. Çünkü hayallerim sınırlarımın ötesidir. Aşmayı başardığım gün, hepsi sahici olacak.

        Belki hayal kurmayı bilmeyen insanlarla kuşatılmışız. Büyük bir olasılık bu. Belki de aşırı  realite alıcılar ve algılarımızın ayarını bozmuş. Bak bu da olasılık. Sonra şu da olabilir; hayallerimizden utanıyoruz. Olasılıklar içinde. En son aklıma gelen olasılıksa, hayal kurmak istemediğimiz yönünde.
        En büyük hayalin nedir şu hayatta diye sormuştum bir keresinde. Kadın, çocuklarımın mutluluğu demişti. Yıkılmıştım ama çaktırmamıştım. Hayallerimizi yarıştırmak istemiştim oysa. Bir insan düşün ki, kendi adına rüya görmüyor. Varolmamış . O yok. O bir hiç.  
        Hayal etmeye cesareti olmayan insan, bana göre, ölü insan.
        Çantanı sırtlayıp dünyayı gezmek istemez misin örneğin? Şarkı söylemek, dans etmek, sahilde  bir kafe işletmek, beste yapmak, kitap yazmak,  ülke yönetmek, trafiğe kapalı  bir alanda hız yapmak, drift atmak, zirveden kayarak inmek...devam ediyorum; işe yarar bireyin eğitimi için uğraş verdiğini  hayal et, yoksulluğun giderilmesine olan katkını hayal et, demokrasi için neler yapabileceğini hayal et, uçan araba ürettiğini, cinsiyetçi topluma kadınları anlatacak mecralar yarattığını hayal et. Hey yavrum hey! Nerdee?
        Öylesine günü geçiştirmeye odaklanmış ki hayatlar, hayalleri boğmuş. Gelecek kaygısı denen aptal takıntının  türbülansındayız.
          Eğer biri sana hayallerini anlatmak isterse ilgilen! Dudağının ucuyla gülme, dinle! Onları gömmesine izin verme! Çünkü önemsemediğin o hayaller bir gün kahramanın olabilir.
         Bir insanın sevdiğine kavuşması bana göre hayal değil. Evlenip, yuva kurması da. Çoluk çocuğa karışması, çalışıp para kazanacak bir işinin olması da...Tüm bunlar en temel insani unsurlar. Zaten yaşamın devamlılığı için insanoğlu bu refleksleri 5000 bin yıldır başarıyla yerine getiriyor. Senin kurduğun bu sıradan ''hayallere'' ihtiyacı yok anlayacağın.
           Mutluluğumun tek reçetesi olan hayallerime , her sabah yeniden günaydın diyorum.
           Biliyorum ki, ''her şeye rağmen'' onları sahici yapacağımı biliyorlar ve beni sınırda sessizce bekliyorlar.
                                                       
                                                                                                                             
                                                                                                                                Sevgiyle kal
         

     

     

3 Haziran 2015 Çarşamba

Akıl akıl gel peşime takıl

Siyasetle çarpıtılmış, imha edilmiş bir insan  aklı yaratıldı  memlekette. Senin 'oy' un benim 'oy' um. Halay çekesim var! Seçim arabaları vızır vızır. Çığıran türküler vatandaşa daha çok şunu söylemek ister gibi; sizin gibi öküzlerin anladığı tınılar bunlar, özenle seçtik! Çünkü bizden iyi çoban olur! Esasında seçkin olsak ta,   iktidar zehrinden içmek istiyoruz. Oyunu bana verrr!
 Kusmuk seçim şarkılarınızı da alın gidin!
Seçim kapıda ama, kimsenin seçime güveni yok. Bindik bi alamete gidiyoz kıyamete..Hadi hayırlısı!

 Oy ve ötesi mesela. Şiir gibi geliyor kulağa. Dinleti falan... Seçmenin oyu çalınmasın, herkes sandığına sahip çıksın diye gençler el birliği ile oyların peşine düşüyor oysa. Aklımın işi değil! Sistem boktan, seçim boktan. Demokrasiyi her zamanki gibi gençler bekliyor. Yalnızca bekliyor.

Düzelir mi ? Eğitime dair yepyeni reformlar yapılırsa, 100 yıl sonra aklı selim  bir sistem kurarız belki.
Düşünen bir hayvan olarak anca düşünce suçunu yaratmayı becerebildik sanırım.
 
Gün geçmiyor ki, tehditler havada uçuşmasın. Millet  ağzının  payını almasın. 
Bizim mahallenin  işgüzar esnafı  bile oy peşinde. Ablacığımm, çok acılar çektik başörtüsünden. İyi de senin bıyıkların var. Ne acısı çekmiş olabilirsin? Bacılarımız! 
Komünist manifesto ev kadının dilinde. Şaşırıyorum.
Okulda bebelere cb olabilmek için yüz kızartıcı suç işlememelidir diyen öğretmene bebeler, hep bir ağızdan karşı durmadalar. Ama öğretmenim!

Kürtler barajı geçmelidir! Hatta baraj ne amk! Herkes geçsin. İyi söylüyosun da, şehitlerin kanı yerde mi kalsın? 
Söylemlerini değiştirip, biz artık çok değiştik diyen mi ararsın. Madem din adamı mercedese binemez diye tutturuyorsunuz o zaman bende uçak veriyorum. Görün ananızın örekesini diyeni mi? 
 Pis halk!  Kaka halk! Kadir kıymet bilmez şerefsizler!

Asıl acı olan ne biliyo musun, bu milleti sistematik olarak zombi yığınına çevirmek. Yaşayan ölüler için  tasarlanmış bir ülke.
Oysa ki  oyumu vatandaşı olduğum ülkede 1. sınıf yaşam alanı yaratsınlar, haklarımı ve geleceğimi gözetsinler, beni devletin siyasal bir üyesi olarak algılasınlar ve saysınlar  adına vermek istiyorum. Nerdeee!

Duyguyu kavramak için mitinge bile gittim yahu. Bende bıraktığı iz, öğle vakti panayırda Tarkan'ın konsere çıkmasını beklemekten öteye geçmedi. Mitinglerle kime oy vereceğini belirliyorsa bu  insanlar, bitmişiz!  Bayrak ve şapka almak hayatta en birinci vazifeleriydi adeta. 

Akıl  akıl  söyle bana

nerelerdesin?

Neyse 1 hafta sonra  çitleğimi alır geçerim tv nin karşısına. Seçim sonuçlarını değerlendiren sözde siyaset bilimcilerin (bana göre hepsi dallama) her nabza ayrı şerbet akıtmalarını seyrederim. Budur vatandaş olarak görevim benim. Daha ötesini istersem ayıp ederim. Çok şükür bin şükür. 

Ancak,
Bir gün evlerimizdeki o bebeler büyüdüğünde daha demokrasi, daha özgürlük, daha medeniyet, daha teknoloji, daha para, daha eğitim, daha evrensel, daha yaratıcılık  diyerek bizden hesap soracak olurlarsa... seçim arabalarının  türkülerini dinletiriz. Uyuşmaya birebir. Olmadı siyasetteki amcaların cansiperane memleket hizmetlerini anlatırız. Daha yol, daha yol, daha yol......
 
                                                                                                                      sevgiyle